The Last of Us şimdiden televizyondaki en iyi dizilerden biri. Özellikle bu hafta yayınlanan üçüncü bölümle birlikte zirvedeki yerini iyice sağlamlaştırdı gibi. Tüm interneti ağlattı, izlemediyseniz bile belki görmüşsünüzdür. Biz izledik, hâlâ kendimizde değiliz… Üçüncü bölüm, oyunun ana olay örgüsünden uzaklaşan ilk bölüm ve iki gey karakter Bill (Nick Offerman) ve Frank’in (Murray Bartlett) hikayesini genişletiyor. Hiçbirimizin böyle bir bölüm beklemediği anda geldi ve izleyen herkesi mahvetti. Büyük bir büyüsü var; o büyüye büsbütün elleşmek ne mümkün? Neşesi, hüznü ve olanaklarıyla sadece kıyısından el verdiği ölçüde yanaşıyoruz. 🛶
Dikkat: The Last of Us dizisinin üçüncü bölümü ve oyun serisiyle ilgili spoiler içerir. Aman kalbiniz kırılmasın!
Oyunda, Frank onu gördüğümüzde çoktan ölmüştür ve Bill ile olan ilişkisini bazı diyaloglar ve bıraktığı bir not sayesinde biliyoruz. Frank’in ölmesi ve oyunun kriz anında aslında bir gey karakterin ölümünü ‘kaderin bir cilvesi’ gibi sunması pek de bu hikayeye yaraşır bir yan hikaye değildi. Geyler, lezbiyenler, translar ve diğer bütün kuirler zor zamanlarda ilk gözden çıkan şey değildir. GTA oyun serisi ya da ABC dizisi olsaydı zaten sorun yok. 😂 Kuirler sınıfı ya da geldiği yer neresi olursa olsun hayatta kalmayı iyi bilir. Varoluşu itibariyle zaten dirençli bir mekanizmaya dönüşen bir şey ana akım anlayışı beslememeli. Oyunun kitlesi bu değil. Özgün bir kitleden ve üretici tabanda ana akımdan ciddi oranda sıyrılan bir oyun firmasından bahsediyoruz. Kriz anlarında kırılgan gruplar kesinlikle daha fazla etkileniyor; bunun aksini söyleyen olamaz. Örneğin hali hazırda var olan bir eşitsizlik ya da ayrımcılık çukuru büyüdükçe büyüyor. Ancak bir kuir karakter kükrediğinde yer yerinden oynar. 🦁 The Last of Us’ın üçüncü bölümü gözümüzde büyüdükçe büyüyor; konuştukça, düşündükçe başka başka yerlere doğru akmaya başlıyor. 🍓
Üçüncü bölümün adı ‘Long Long Time’. Tıpkı Linda Ronstadt şarkısı gibi. 💕 Bill’in terk edilmiş bir kasabada hayatta kalan tek kişi olmasıyla oyuna benzer bir yerden başlıyor hikaye. Kısa süre sonra kasabayı kendi güvenliği ve zevki için tasarlamış; içinden bubi tuzakları geçen bir cennet yaratan karakteri izliyoruz. İsteyebileceği kadar benzine, silaha ve güzel şaraba sahip. Ne yalan söyleyeyim, bir an Trump’çı kötücül bir karakter izleyeceğimiz algısına kapılmadım değil. 😂 Nick Offerman’ın performansı harika. “Me and Earl and the Dying Girl” (2015) ile aşık olduğum oyunculuğu, inanılmaz detaylar sunan, karakterini kanlı canlı hakkıyla teslim eden bir oyunculuk örneği sunuyor. Ancak Frank (Murray Bartlett) adında yakışıklı bir yabancı, Bill’in tuzak için kazdığı çukurlardan birine düştüğünde her şey değişir. Ne ustalıklı düşünülmüş bir detay. Aklımı oynatacağım. Bölümün daha en başından yükselttiği el ne büyük. Bir av ve avcı ilişkisinin buradan çıkacağını kim bilebilirdi? Her iki oyuncu da ustalık derecesinde bir performans sunuyor bu arada ve performansları, biri diğerinin önüne geçmeyen eşit derecede harika metinler ve yönetmenlik dokunuşlarıyla destekleniyor. Bölüme adını veren şarkının da belirttiği gibi bu gerçekten çok, çok ve çok uzun bir zaman.
Bazen iki insan arasındaki -bu bir arkadaşımız olabilir, yakınımız olabilir ya da hiç tanımadığımız birisi olabilir- çekimi fark ederseniz. Aralarında söze dökülmeyen, hatta davranışın asla referans olmadığı bir şey vardır. Nereden ya da nasıl geldiği bilinmez. ⚡️ Bölüme dair hiçbir şey bilmiyorken, iki karakterin karşılaşma anı ile tam olarak hiç tanımadığınız iki insana dair böyle bir çekim hissediyorsunuz. 💘 İlk başta Bill, Frank’e yardım etme konusunda isteksizdir ama onunla ilgili bir şey onu orada tutmuştur. Kısa süre sonra gelen yabancı için lezzetli bir yemek pişirir ve onu fancy bir şarapla eşleştirir. 🍷 Evviva! Frank, Bill’e içeceği hakkında “Tavşanı, Beaujolais ile eşleştirmeyi bilen bir adam” diyor. “Tipimin öyle görünmediğini biliyorum” diye yanıtlıyor Bill utanarak. Frank gülümsüyor. Sonrasında çiftin yakınlaşması, ilk seksleri, aşık olmaları ve birlikte bir hayat kurmalarıyla önümüzdeki birkaç on yılı izliyoruz. Çiftin ilişkisini Frank’in rahatsızlığının ilerlemesi (MS ya da erken ALS, podcast’ten biliyoruz) ve ikilinin birlikte hayata veda etmesine dek büyük bir kalp kırıklığıyla izliyoruz. 💔
Enteresan olan şu: Ana olaydan ve ana karakterlerden neredeyse tamamen kopuk bir yan hikaye (hele ki bir uyarlama ve uyarlamanın ana girdisinde olmayan bir hikaye) anlatmak büyük cesaret isteyen bir şey, çünkü seyirciyi ve hikayedeki devamlılığı kaybetme potansiyeli taşır. Ama öyle olmuyor; daha evvel çok nadir şekilde gördüğümüz bir devamlılık var ve en önemlisi iyi ki böyle bir hikayeye şahit olduk dedirten bir bölüm izledik. Frank’in Bill’e ilk seks deneyimiyle ilgili rehberlik etmesi, Bill’in bahçedeki çileklerle gelen mutluluğu, birbirlerinin hayatlarını tamamlayan şey haline dönüşmeleri… Bütün bunlar ve daha fazlası senaryoya rehberlik eden şeyler. İyi düşünülmüş, iyi kurgulanmış. Birlikte son günlerinde evlenirler. Kıyametin 2003’te koptuğu düşünülürse Amerika’da aslında eşcinsel evliliğin yasallaşmasından öncesi… ABD’de ilk evliliğin 2004’te olduğunu biliyoruz. Yani hikayede evlendikleri sırada, eşcinsel evlilik yasal değil. İşte kıyametten dolayı mümkün olamıyor diyelim. Dürüst olmak gerekirse, bu hikaye oyundaki bir hikaye üzerine büyük bir yükseltme sunuyor ve bu tarz uyarlamaların gerçek gücünü ve uyarlamanın nasıl olması gerektiğini gösteriyor.
The Last of Us’a ilişkin ilk görseller, videolar geldiğinde çoğu eleştirmen ve oyun fanı bu dizinin aslında Disney’in yaptığı gibi bir canlı aksiyon (Mulan, Alaaddin, The Lion King) tarzı bir iş olduğunu söylemişti. Hiç öyle olmadı. Dizinin geneline ve bölüm açısından bakınca bize hikayede var olan riskleri çok minik nüanslarla hatırlatıyor. İlk iki bölümde yüzlerce insanın öldüğünü gördük. Vurulan ve idam edilen çocuklar var. Toplu mezarlar var. Nihilizm tuzağına düşmek çok muhtemel. Korkmayın felsefe dehlizlerinde kaybolmayacağız 😂 Ama Joel ile Ellie’nin ne için mücadele ettiğini unutmak çok kolay. Yaşlılık, ötenazi, meşru müdafaanın sınırı, açık tehdit olma gibi başlıkları tartışmaya açan bir bölümde kaybolmamak bile başlı başına bir başarı. The Walking Dead’e dair en büyük handikap ve hikayenin savruldukça savrulmasındaki en büyük neden bu zaten: Hikaye ne için mücadele ettiğini unutur bir hale geliyor. 🧟♀️ Ancak The Last of Us’ın üçüncü bölümünde, en kötü koşullarda bile aşkın koşulsuz, şartsız var olabileceğini hatırlıyoruz. Joel (Pedro Pascal) ve Tess’in (Annie Wersching) yıllar önce yaptıkları bir ziyaret sonrasında Joel ile Bill’in vedalaştığı sırada Bill, “Başımızın çaresine bakarız” diyor. Şahane baktınız ve bizi de ağlamaktan mahvettiniz. 😰 Aşkınız ne büyük ve ne şahaneydi! Bir dizinin tek seferde alacağı Emmy için bir yönetmelik var mıdır acaba?
Bu makale ilk olarak 3 Şubat 2023 tarihinde dadanizm.com adresinde yayınlanmıştır.
Kommentare