Kimi oyunlar ödüllendiricidir, kimi oyunlar içsel bir yerden gelir; kimisi eğlendirir, kimisi ise belli bir amaca ya da faydaya hizmet eder. Bir “iş” kavramının, “ciddi” olan davranışların tam karşısında olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz oyunlar, çoğu zaman bir amaca ya da fayda ilişkisine ilintili olmayabilir. Eğer burada oyuna referansla insanlardan söz ediyorsak, oyun davranışının bir düşünceden doğduğunu da söyleyebiliriz. Ne çok kavram attık değil mi ortaya? 🙂 Korkmayın oyun üzerine bir ders vermeyeceğiz ya da formülü şudur, budur asla demeyeceğiz. Çünkü, oyun kişinin kendine yakışanı giymesidir.
‘Fiziksel’ dünyanın ve sınırlarının yetmediği noktada başka oyun alanları hayatımıza girmeye başlıyor. Yatmadan önce telefonlarda patlatılan şekerler, hayatımız yeterince post-apokaliptik değilmiş gibi hayatta kalma mücadelesi verdiğimiz aksiyonlar ya da personamızı stabil ve mutlu etmeye çabaladığımız senaryolar… Bu saydıklarımız ve bunlardan çok daha fazlası oyun endüstrisinin farklı farklı kanallar aracılığıyla beğenimize sunduğu oyun formatlarının bir kısmı. Açık dünya (oyuncunun sanal bir haritayı serbestçe dolaşabildiği oyun grubu) bir oyun mu tercih edersin yoksa kapalı dünya (ek görevlerle ana hikayedeki amacınızı gerçekleştirdiğiniz oyun grubu) bir oyun mu? Ben bir keçi olup ona buna salça olarak, insanları rahatsız ederek, düşürerek saatlerce vakit geçirebilirim. 🙂
Henüz fikir aşamasındayken belgeselin de prodüksiyon koordinatörü Hazan Yılmaz’dan duyduğumda beni oldukça heyecanlandıran ve 17 Mart’ta BluTV’de yayımlanmaya başlayan Oyun adlı belgesel ise Türkiye ekosistemindeki elektronik oyun kültüründen yola çıkarak bir yandan tarihsel gelişimi bir yandan da kabına artık sığmayan ve kendi imkanlarını dolu dolu sunan bir kültürü merkeze alıyor. Yönetmen Enver Arcak ve ekibinin bir araya getirdikleri oyun insanları (yani evet, gamer’lar), izleyicilerini zaman zaman bir nostalji tramvayına, zaman zaman da kameranın arkasındaki dünyaya daha yakından bakmaya davet ediyor. ‘‘Bu iş için vakit ve nakit harcayan kişilere ‘gamer’ denir’’ diyerek bu ekosistemi önümüzde açan Yönetmen Enver Arcak ile birlikte oyunlara ve hikayelerine dadanıyoruz.
Oyun belgeseli için ilk fikir nereden çıktı? ‘‘Haydi böyle bir şey mi yapalım’’ dediniz yoksa bir gün biriniz oyun oynarken mi gelişti her şey?
Aslında bunun bir oyun projesine dönüşmesinden önce elimizde rap müzik üzerine bir proje vardı. Sonra o projeden bir şekilde vazgeçtik. Yeni ne yapılabilir diye düşünürken pandeminin de bir getirisi olarak oyun oynamaya yönelik artan talep bizi bu projeye yönlendirdi. Ben bile örneğin pandemi ve eve kapanma sürecinde oyun oynayabileceğim bir bilgisayar edinmeye çalıştım. Hiç oynamayan birisi değilim ama gamer da değilim. Belki bana FIFA’cı denebilir. 🙂 Başka başka oyunlar oynamak, online dünyaya dahil olmak, insanlarla sanal bir platform üzerinden buluşmak, Peak Games’in satışı ve bunun Türkiye’de bir ilk oluşu ve orada bir 10 yıllık başarı öyküsü olması çok dikkatimi çekti ve buraya yöneldim. Fikir en temelde buralardan çıktı diyebilirim. Bununla ilgili toparlayıcı bir şey yapmak istedik. Öte yandan bu alanla ilgili çok kısıtlı bir belgesel içeriği olması da bu projeye başlamamızda etkili oldu.
Bu konunun dünyada çok fazla örneği var zaten ve biz ne yaparsak yapalım ortak buluştuğumuz nokta bu: Yani bu içeriklerin ortak tarafı nostaljik bir şeyler içermesi oluyor. Mesela Oyun’un ikinci bölümü için en çok konuştuğumuz şey ‘‘Atari nesli’’ ve onların o dönemlerde yaptıkları oldu. O nesil belki de başlı başına hikayesi anlatılacak bir seridir. Çok geniş bir konuydu. Kategorize etmemiz gerekiyordu ve bunu yaparken yaratıcı ekiple birlikte ilk bölümün bir ‘‘giriş’’ minvalinde olmasına ama bunu yaparken business bir içermeyle değil hakikaten bu ekosistem içinde yer alan Twitch yayıncıları, influencer’lar ve mutfak kısmında çok yoğun yer alan insanların o dünyayı şekillendirmesine alan oluşturmaya çalıştık. Kesinlikle kolay olmadı. Görüşmeleri yaptığımız ilk dönemlerde aslında her şeyi konuşmuşuz. 🙂 Neredeyse beş bölümlük materyal vardı elimizde. Bu projenin başlangıcından neredeyse bir yıl geçti. Pandeminin de belirsizliğinden dolayı olsa gerek insanları yakalamışken bol bol konuşturmuşuz.
Epey uzun vakit geçirdiniz oyun dünyası içindeki insanlarla. Bu dünyanın imkanları üzerine ne düşünüyorsunuz?
Geleceğin mesleği diye öteden beri sıralanan listeler vardır. Gazetelerin, internet sitelerinin bir köşesinde yer alır: Geleceğin en popüler 10 mesleği. Öyle bir yerden bakınca oyun dünyası böyle bir listede kesinlikle ilk üçün içindedir. Hem sinemayı içeriyor hem müziği kapsıyor hem de hikaye anlatıcılığı yapıyor. Eskiden filmlerin de oyunları yapılırdı yoğun olarak; şimdi oyunların film uyarlamaları çok sık denenmeye başladı. Dolayısıyla çok heyecan verici ve renkli bir dünya bu. Uzaktan çalışma opsiyonunun hayatımızda yer edinmesinden ötürü oyun dünyası da artık daha başka bir yerde konumlanıyor diye düşünüyorum hep. İmkanım olsa gerçekten bir oyun tasarlamayı çok isterim. Kastettiğim burada hızlı tüketilen hyper casual (genellikle oynaması kolay ve ücretsiz olan hızlı tüketilen oyun grubudur) oyunların ötesinde, bir ekibin beş yılını hatta belki 10 yılını bir tek oyunu hazırlamak için geçirdikleri oyunlardan bahsediyorum. Türkiye’den yeni bir AAA (triple-A, genellikle büyük ve tanınmış yapımcılar tarafından üretilen ve dağıtılan yüksek bütçeli, yüksek profilli oyun grubudur) oyun çıkacağını ya da böyle bir ekip olduğunu çok düşünmüyorum. Çünkü oyun dünyasının, yaratılan atmosferle birlikte çok kültürel bir bağlamı olduğunu da görmüş oldum. Hyper casual tarzı oyunlar daha çok çıkar; buranın şu an da hali hazırda bir yatırımcı ve girişimci döngüsü var.
Bunları bir kenara koyalım ve İstanbul’u ve ‘oyun’ felsefesini yeniden düşünelim örneğin. İstanbul’un kendisi zaten oyun gibi bir şehir. Burada şunu demeye çalışıyorum: Aslında bu hikayelerin anlatılabileceği malzemeler yok değil. Bazen puan aldığımız, bazen bir çukurdan zıpladığımız anlar çok fazla. Böyle bir yerde yaşıyoruz ve oyun dinamiğine çok müsait. Dünyanın çeşitli yerlerinde Türkiye’den oyun tasarımcıları var örneğin. Belki de bu kaosun kendisi bir oyun ritmi oluşturmak için gerekli malzemedir. Komik bir anımız var: Türkiye’den ilk yurt dışına satış yapmış olan Joygame’in yaratıcısı Barış Özistek -bir bölümde de vardı kendisi- onun hikayesi bu. Barış Özistek bir çalışanını gözlemliyor; bu çalışanının sürekli mutsuz olduğunu, işe mutsuz geldiğini görüyor ve ona bir gün soruyor. Bir problem mi var, yardımcı olabileceğim bir şey var mı diye. Çalışan şöyle cevap veriyor: ‘‘Annem hâlâ her gün soruyor, ne zaman doğru düzgün iş bulacaksın diye :)’’ Eski bir hikaye olsa da oyun sektöründe ve oyun oynayana dair ne yazık ki böyle bir yaklaşım var. Oyunu çocuklar oynar… O eskidendi çünkü, örneğin benim neslimi düşününce evet gerçekten o dönem elektronik oyunlarla ilk tanıştığımız dönemlerdi. O jenerasyon şu an 40’lı, 50’li yaşlarına geldi. Ama şimdi bakınca onlar da oynuyor. Oyun oynama grafiklerinde yaş aralığı inanılmaz genişledi.
Ben inanılmaz heyecanlıyım oyun endüstrisi için. Öncesinde tamamen oyun dünyasının içinde dönen bir alışveriş söz konusuydu. Bu evren içinde gerçekten çok prestijli ve iyi düşünülmüş katmanların olduğu platformlar var. Ancak şimdi son dört beş yıla baktığımızda çeşitli sektörlerin artık bu dünyaya kayıtsız kalmadığını ve bir şeylerin hızlandığını görüyoruz.
Kesinlikle. Henüz ismini paylaşmak doğru olmaz ama şu an görüşmelerini yaptığımız iki sponsorumuz oldu; daha bu süreç devam ederken. Çok büyük bir potansiyeli var. Ama ben hâlâ dışarıdaki şirketlerin, özellikle oyun dünyası dışındaki şirketlerin meseleyi fark ettiklerini düşünmüyorum. O yüzden ‘yeni yeni fark ediliyor’ yorumu karşılığı olan, çok doğru bir yorum. Renkli bir dünya ve bu işin geri dönüp baktığımızda en motive eden kısmı bu proje ile birlikte tanıştığımız insanlar oldu: Çok yaratıcı, renkli, orijinal fikirleri olan tipler. Dünyanın geldiği bu noktada senin gibi düşünmeyen ama sana ilham verecek, potansiyeli olan başkalarıyla tanışmak çok iyi hissettiren bir şey.
Biri oyun oynadığında onu izlemekten gerçekten çok keyif alıyorum! Eskiden de, şimdi de oyunun bir şeyler sunma becerisi olduğunu ve bunun altında öyle diğer başlıklarda gördüğümüz gibi karmaşık algoritmaların olmadığını düşünüyorum.
Bu tamamen oyunların kendilerine has bir matematiğin olmasıyla ilgili bir şey bence. Seride Ayşegül Sürücü anlatıyor, Core Loop denilen bir şey var: Koş, engelleri aş, amacına ulaş. Bunun gibi matematiklerinin olması ama bir yandan da sınırlarının olmamasıyla ilgili bir süreç. Sinemayı düşünelim. Herhangi bir biçimde hikayenin gerçeklikten koptuğu noktada, o hikayenin bir kategoriye girmesi ya da dahil edilmesi düşünülür. Fantastik mi, deneysel mi? Oyununun mesajını buradan düşününce sınırlarının pek öyle keskin olmadığını görüyoruz. Elbette oyun dünyasında da çeşitli başlıklar var: Hazine avcılığı, keşif oyunu, yarışlar gibi ancak şu an bir meseleyi düşünün ve oyunun dinamiği buna hemen adapte olabilir. Su gibi yani, gerçekten bir şekilde yolunu bulabilir.
Son olarak kime “gamer” denir?
Bu iş için vakit ve nakit harcayan kişilere “gamer” denir. 🙂 İşin temel felsefesine baktığımızda yeni çıkan oyunları takip etmek, forumlara katılmak ya da yayıncılık yapmak… Bu konuya meraklı kişiye “gamer” denir. Oyunda geçirilen vakit kısmına asla bakmamak gerekiyor. Mesela teyzelerin ya da amcaların şu son yıllardaki meşhur mobil oyunlarda yetiştirdikleri tavuklar ya da patlattıkları balonlar ve orada harcadıkları mesai onları gamer yapmıyor. 🙂 Bu işin kültürüne hakim olmakla çok ilgili bir şey bu. Tanımlama yapmadan önce buralarda dolaşmak gerekiyor. Her oyunu oynayandan ziyade daha spesifik alanları takip edenler bana daha gamer geliyor örneğin.
Bu söyleşi ilk olarak 30 Mart 2022 tarihinde dadanizm.com adresinde yayınlanmıştır.
Comments