Popüler kültür araştırmalarının her daim zihin açıcı bir tarafı var kesinlikle. Yok diyen taş olur. Akademinin veya yüksek sanatın biraz uzaktan baktığı hatta belki de hafife aldığı bu alan aslında geçmişi ve bugünü anlamak için müthiş malzemeler sunuyor. Şokopop videolarını böylesine ilgi çekici kılan da bu aslında. Müzikten sinemaya, siyasetten salon kültürüne, Türkiye yakın tarihinin popüler kültürünü incelerken aslında o dönemin de bir tablosunu çiziyor. Şokopop adıyla ürettiği videolarıyla tanıdığımız Ekim Acun, Eylül ayında bu sefer bir sergiyle, ilk kişisel sergisiyle karşımızdaydı. “Erotik Şok” başlıklı bu sergi yine yakın geçmişe gidiyor ve Türkiye’deki erotik sinema furyasını inceliyor. 70’lerden 80’lere doğru uzanırken iyice zirveye çıkan ve o yılların konjonktürüne dair çok şey söyleyen bu furyayı Pâme ortaklığıyla yine yeniden bize anlatıyor Ekim Acun. Biz de peşine takılıyor farklı medium’ların olduğu bu sergiyle birlikte geçmişe doğru yol alıyoruz.
Bu şok başka şok: Ekim Acun’un ilk kişisel sergisi ‘Erotik Şok’
Erotik bir filmin izleyicilerine cinsel haz sağlaması doğası gereği ‘yanlış’ bir şey değil; ancak erotik olana karşı birincil argüman, ki argümandan öte salt gerçek bu, filmlerin ana akım sektör içinde dönüp duran pek çoğunda kadınların ve kuirlerin nesneleştirildiği ve sadece seks nesnelerine indirgendiği. Sektör, kadınları ve kuirleri seksi, fantezi dünyasını süsleyen bir ürüne dönüştürüyor ve bu nedenle özellikle bedenlerin metalaşmasına katkıda bulunuyor. Cinsel yönelimden ve cinsiyet kimliğinden bağımsız olarak bir aktif-pasif ilişkisi yaratarak en soft erotik hikayede bile bir efendi-köle ilişkisini resmediyor. Filmin hikayesi ya da üretenleri, oyuncuları artık bu noktada silikleşiyor ve izleyicinin kendi algı dünyasına karşılık gelen birer haz nesnesine dönüşüyor. Öte yandan ciddi bütçeli erotik filmlerde üreten günümüzün RedTube ya da PornHub gibi ‘aslında çok uluslu’ popüler web sitelerinde izleyiciler için mevcut olan çeşitli porno kategorileri üzerinden görüleceği gibi erotik filmler ve porno içerikler cinsel yönelim, ırk ve etnik kökenin fetişleştirmesine elverişli bir zemin oluşturuyor. Erotik sinemanın dini geleneklere ve tarihsel köklere sıkı sıkıya bağlı olduğuna inananlardanım. Pornografi ve seks, cinsel arzuları ifade etmenin ve hatta seks yapmanın ‘yanlış’ olarak görüldüğünü gösteren derinlere kök salmış kültürel ahlaki imalara bile sahip.
Ekim Acun’un Pâme ortaklığında ve Pâme’nin beşinci sanatçısı olarak yer aldığı ilk kişisel sergisi “Erotik Şok”u Eylül’ün son haftasında ziyaret etme fırsatımız oldu. Londra ve Paris merkezli sanat ve tasarım stüdyosu Pâme iş birliğiyle hayata geçen sergi, 70’lerin Yeşilçam erotik sinemasına eğilen, yakın mesafe sokulan çeşitli fiziksel kolajlardan ve bir video işten oluşuyor. Didik didik her köşesini mıncıklamak isteyeceğiniz ve büyük bir ilgiyle hatırlayacağınız bir sergi. Sanatçı ile hem bu sergiyi ve sergide yer alan işleri, hem de bu serginin hikayesini konuştuk. Bu arada sergi 26 Eylül’de bitti ama açtığı zihinler ve konuşma alanlarıyla kendinden daha çok bahsettirmeye devam edecek.
Proje size nasıl ulaştı ve nasıl bir hazırlık süreci izlediniz? Sergiye baktığımızda çok fazla ve farklı medium’un bir arada olduğunu görüyoruz…
Sergideki basılı işlerin ve videonun oluşması yaklaşık dört ay gibi bir zaman aldı. Ama araştırma sürecinin 2003’te başladığını söyleyebilirim. İlk defa Giovanni Scognamillo ve Metin Demirhan’ın Erotik Türk Sineması (Kabalcı, 2002) kitabını aldığım tarihti o. O günden itibaren de bu konuya dair merakım ve ilgim uyanmıştı. Veri toplamaya başlamıştım yani. Önce dönem hakkında yazılmış kitapları okudum; ardından filmleri incelemeye başladım. Sonrasında 2014 yılında Londra’da üniversitede eğitim alırken bitirme tezi olarak Türkiye Sineması’nda kadın cinselliğinin evrimini ele almıştım. Orada da erotik furya dönemine geniş yer vermiştim. Zaten bu sergide de yer alan Bu Balık Başka Balık (Nuri Akıncı, Türkiye, 1975) filmindeki o iki erkeğin yakınlaşma sahnesini -Türk sinemasındaki ilk erkek eşcinsel yakınlaşma sahnesi- 2014’te tez araştırmalarım sırasında bulmuştum. Ardından bundan yaklaşık iki sene önce, erotik dönemle ilgili Şokopop’ta bir şeyler yapalım fikrim vardı. Ancak YouTube’un o dönem ve sonrasında çıplaklık konusunda aldığı tavır daha da sıkılaşınca ve benim gibi o platformda özgürce işler üretmek isteyenler için YouTube’un bu durumunun bir dezavantaja dönüşmesi üzerine ne yapabilirim diye düşünüyordum.
Açıkçası bir yandan da yaptığım işin popülerliği ile birlikte ana akım tarafından benimsenmesi, beni hoşlanmadığım çok fazla şeye de maruz bıraktı bu geçtiğimiz dört senelik süreçte. Son bir senedir artık yeniden böyle baskılar yapmak istediğimi, sanat üzerine bir şeyler üretmek istediğimi ve sadece bu YouTube ya da benzeri platformlarda yayınlanan belgesel medium’un dışında da üretimler yapmak istediğimi düşünmeye başladım. Bu fikrimden geçmişte de beraber işler ürettiğimiz bir sanatçı arkadaşıma söz etmiştim, İpek Hamzaoğlu. O ise Taylan ile tanışıyordu. Aynı süreçte Taylan’a, Türkiye’de üretilen erotik filmleri, bunları bildiğimi ve bunlarla alakalı bir şeyler yapmak istediğimi söylemiş. Böylece İpek bizi bir araya getirdi ve bu benim elimde birikenlerden, üretmek istediklerimden bir sergi çıkarabileceğimizi düşündük. Böylece bu iş birliği ve sergi ortaya çıktı.
Çok fazla mesaj var. Baskılar var, mozaiklenmiş bir seri var; tam anlamıyla bir medium havuzu gibi. Sergiyi gezdiğimiz zaman videoya gelene kadar 1001 tane iş görüyoruz. Ama bu işler arasında da dağılmadan devam ediyoruz. Burası ayrıca oldukça da dar bir mekan. Çalışma pratiğiniz nasıl oldu? İşlerin yoğunluğunu görünce mekanın büyüklüğü ya da küçüklüğü bu sergiyi başka türlü nasıl mümkün kılardı sorusunu akla getiriyor. Belki bağlamdan çok kopabilirdik; içine girmemiz zorlaşabilirdi…
Aslında mekanı biraz bizim üretim sürecinde yaşadığımız şeyler üzerine kurgulamış olduk. Ben bu görselleri ürettikten sonra sıra Pâme’ın her zamanki işleyişine gelmişti; işleri ipek üzerine basma kısmı yani… Ve tam da bu noktada üreticinin benim görsellerimi üretmeyi reddetmesiyle bir sıkışmışlık sürecine girdik. O süreçten de Pâme’in sahibi Taylan’ın bulduğu fikirle aslında çıktık: Benim görsellerimi o halde mozaiklenmiş olarak ipek üzerine basalım ve sansürlenmemiş hallerini de (üretmeyi kabul eden fine art paper’a baskı yapan bir üretici bulmuştuk) bu şekilde sunalım diye düşündük. En üstüne de bu hikayeyi koyabiliriz şeklinde bir fikir çıktı ve çok da iyi çalıştı. Sergide de öncelikle bu sansürlenme hikayesini anlatıyoruz ve ona bulduğumuz çözümden bahsediyoruz. Ardından da bir koridor boyunca sansürlenmemiş eserler gözükmeye başlıyor ve yanlarında ipek üzerine basılmış numuneleriyle birlikte. Ve bu 70’ler erotik sinema evreninde geçen yolculuk o dönemin tam olarak ne olduğunu anlatan video ile sonlanıyor.
Hangisi zordu? Video üzerinde çalışmak mı fiziksel bir şeyin üzerinde üretmek mi? Konforlu hissettiğiniz alan hangisi oldu?
Her ikisinin de kendisine göre zorlayıcı yanları var. Ben kendimi bildim bileli kolaj yapıyorum. Çok küçük yaşlardan bu yana ve o pratiğimi de hiçbir zaman bir kenara bırakmadım. Benim kafamı rahatlatmak ve eğlenmek için genel olarak yaptığım bir şey. O nedenle kendimi bu alanda rahat hissettiğimi söyleyebilirim. Öbür yandan aralıksız ve molasız bir biçimde son dört yıldır Şokopop videoları üretiyorum. Bu sergi için üretmeyi planladığım video da bir nevi Şokopop videosuydu. O nedenle o tür içinde de kendimi rahat hissediyorum.
Arzu Okay gerçekten cesur bir isim.
Video işinde de söylediğiniz gibi 80’lerin geleceği 70’lerden belliydi. O dönem yaşayan insanlar için aslında histeri bulutu bir yerlerde başlamıştı ve bazı şeylerin sinyalleri verilmeye başlamıştı. Buradan bakınca erotik furyanın bu dönem koşullarında patlaması, sinemaların dolup taşması ya da kadınlara özel seansların olması gibi şeyleri göz önünde bulundurunca, bu alanın bu kadar sıkışmışlığın içinde fütursuzca boşalabilecek bir alan vazifesi de gördüğünü görüyoruz.
Elbette. Dünyadan kopuk bir biçimde inceleyemeyeceğimiz bir süreç. Çünkü her şey eş zamanlı olarak gelişiyor her yerde. Öncelikle 60’larda İsveç Sineması’ndan çıkıp yayılmaya başlayan bu çıplaklığın ilk defa beyazperdede tüm gerçekliğiyle gösterilebiliyor olması yavaş yavaş tüm dünyada yayılmaya başlıyor. Bu filmler burada da gösteriliyor; İtalya’da da, Amerika’da da… Her ülkenin kendine has bir reaksiyonu oluyor. İşte Amerika’da Blue Movie (Andy Warhol, ABD, 1969) çıkıyor. Ardından softcore ve hardcore porno filmlere doğru giden hızlı süreç devreye giriyor. 1972’de Amerika’da Deep Throat (Jerry Gerard, ABD, 1972) filmi çıkıyor. Kapalı gişe oynayan bir film ve ilk defa bir hardcore film bu derece sinemalarda açıkça gösterilip, açıkça bu derece ilgiye mazhar oluyor.
Öbür yandan İtalyanlar beyazperdedeki cinsellik trendini alıp, kendi komedi tarzlarıyla birleştiriyorlar ve ortaya erotik soslu güldürü ya da seks komedisi denilen tür çıkıyor. Bir yandan da burada, yani Türkiye’de o dönem özellikle İtalyan filmleri çok sık gösteriliyor. Çünkü bizim seyircimize olay örgüleri ve işlenişleri itibariyle hitap eden çok fazla yanı var. Bu filmler tabii Türkiye’de de gösterime girmeye başlıyorlar ve o kadar büyük bir ilgi çekiyor ki bu sefer yerli muadilleri yapılmaya başlıyor. Yani bunda tabii sinema işletmelerinden yabancı film göstermeleri halinde alınan eğlence vergisi ile yerli film gösterdiklerinde alınan eğlence vergisi arasında ciddi bir fark var. O yüzden kâr etmek amacıyla da bu filmlerin yerli versiyonları sipariş edilmeye başlıyor. İlk olarak perdede çıplaklık filmlerin içinde o kadar görünmese de cinsellik temasının işlenebiliyor olması o kapıyı bir anda ardına kadar aralıyor.
Bizde de bu yaklaşık altı senelik kısa süreç içerisinde erotik güldürülerle başlayıp hardcore porno ile sonlanan ve hardcore pornoların aslında bir, bir buçuk yıllık bir süre zarfında da olsa sektöre hakim olduğu bir dönem geliyor: ‘79 ve ‘80 senesi. Bu aralık yalnızca bu seks furyası filmler için değil toplumdaki hassas dinamiklerin hepsinde büyük bir kargaşanın olduğu, her şeyin böyle bir fokurdama, kaynama noktasında olduğu bir dönem ve bir darbenin yaklaşıyor olduğu dedikodusu sık sık dile getiriliyor. Bu nedenle darbe ile beraber bitip bitmeyeceği öngörülebiliyor muydu, bundan pek emin değilim. Ama darbeden sonra da bir daha asla bunun gerçekleşemeyeceği çok net biçimde anlaşılıyor. Zira o güne dek yapılmayan bir şey ve bu filmlerde, künyelerde adı geçen yönetmenlerden yapımcılara ve oyunculara dek pek çok kişi sorguya çekiliyor. İfşalanarak, utandırılarak gazeteler bu haberleri servis ediyor. Ardından da bir daha geri dönüşü olmayacağı belli oluyor böylece.
Bu sorgulama dönemi içinde bu sanatçıların verdikleri ifadeler ve belli bir duruşları, hayatta kalma formülleri var.
Bu filmlerde yer alan özellikle kadın oyuncular, darbeden sonra ciddi anlamda cezalandırılıyorlar. Basının zaten onlardan bahsediş şekli tamamen değişiyor. Tıpkı darbe öncesinde çok popüler olup, darbeden bir yıl sonra tamamen yaşam kaynakları kurutulan, sahneye çıkmaları yasaklanan trans ve kuir şarkıcılar gibi erotik filmlerde yer almış kadın oyuncular da basın tarafından lanetleniyor. Kamera önündeki kariyerlerine baktığımızda pek çoğu aslında bu furyadan önce de zaten hali hazırda saygıdeğer oyuncular ve belli bir kariyerleri var; yıldızlaşmış isimler. Ancak ne yazık ki hiçbir şekilde kariyerlerini sürdüremiyorlar. Ne Mine Mutlu, ne Arzu Okay, ne de o dönemin başka diğer öne çıkan isimlerinden Feri Cansel… Ki Feri Cansel zaten 80’lerin başında hayatını kaybediyor.
Ama erkek oyunculara bu durum asla işlemiyor. Hadi Çaman, Ali Poyrazoğlu, Bülent Kayabaş ya da Aydemir Akbaş. Onları filmlerde, televizyonlarda ve tiyatro sahnelerinde görmeye devam ediyoruz. Hele Ali Poyrazoğlu ve Hadi Çaman özellikle de prestijli bir şekilde hayatlarına devam ediyorlar. Bu konuda aslında özeleştirel bir yaklaşımları da var. Bu furyada yer alan kadın sanatçılara nazaran kendilerinin çok kolay bir biçimde oradan sıyrıldıklarına dair. Bunu kabulleniyorlar. Benim bu furyadan favori ismim Arzu Okay diyebilirim. Çünkü Arzu Okay gerçekten cesur bir isim. O dönem bu filmlerde yer alan tüm kadın oyuncular gibi sokakta dolaşamaz ve İstanbul’da sosyalleşemez hale geliyor. Arzu Okay verdiği bir röportajda, gittiği restoranlarda özellikle duvara bakan masaları tercih edip, oturmak istediğini çünkü böylece kimseyle göz teması kurmadan yemek yiyebildiği gibi çeşitli hususlara dikkat ettiğini söylüyor. Kendisi darbeden sonra biriktirdiği paralarla ufak bir imalathane açıp deri işine giriyor ve ardından da ihracat rekortmeni oluyor 80’li yıllarda. Sonra Paris’e yerleşiyor; o işi batıyor ve yeni bir iş kuruyor. Dimdik ayakta kalıyor. Çocuğunu yetiştiriyor. Ve bütün bu hikayeye bütünüyle baktığımda gerçekten çok ilham veren ve insanı mutlu eden, cesaret veren bir yanı var Arzu Okay’ın. O nedenle favori ismim diyebilirim.
O dönem bu sanatçıların yaptıklarına ve açıklamalara bakıyoruz. Tüm bu olmazlara ve çıkmazlara rağmen öyle cevaplar veriyor ve öyle bir duruş sergiliyorlar ki. Kadın sanatçılar bir dönem onları göğe kaldıran basının nasıl bir anda onları yerin dibine soktuğunun zaten farkında. O gazete kupürlerinin neye dönüşeceğini de biliyorlar. Orada biraz oyunbozan olma ve kıvraklığı kullanabilme halini, oradan bir yere evrilme, sıyrılma halini çok seviyorum. Arzu Okay’ın örneğinde olduğu gibi.
Onun dışında kişisel favorilerimden biri Dilber Ay. Muhteşem bir karakter. Gerçekten de bir, bir buçuk sene gibi bir dönem etkinliği var. Fakat ona rağmen ismi en çok hatırlanacak oyunculardan biri. Tabii şarkıcı Dilber Ay ile karıştırmamak gerekiyor. Cemile’nin Kaderi (Yavuz Figenli, Türkiye, 1979) filmiyle tanınıyor. Hardcore film oyuncusu. Bunların dışında İhsan Soyçelik de favorilerim arasında. Yer aldığı çok sınırlı sayıda filmi var ama Bu Balık Başka Balık filmindeki Castelli rolüyle benim gerçekten kalbimi kazanmış kişi.
Peki bu projenin bir devamı olacak mı? Pâme için bu kısım sergi ile başladı ve bitti. Sizden önce sanatçılar vardı. Şimdi sizden sonraki sanatçılarla iş birlikleri devam edecek. Bundan sonraki süreç nasıl devam edecek?
Ben 70’lerdeki erotik furya üzerine ileride bir şeyler yapmayı düşünüyorum, istiyorum da. Ama neler olacağını biraz süreç gösterecek. Bunun haricinde baskı ve yerleştirme işlerim de sürecek önümüzdeki zamanlarda. Başka ortaklıklar da olabilir. Bir yandan bu konularla ilgili lecture performanslar da yapıyorum. Önümüzdeki ay içerisinde özel televizyonların performans sanatını nasıl demokratikleştirdiğini anlattığım bir lecture performansım olacak Salt’ta. Ardından yine ay sonunda Viyana’da Türkiye popüler kültüründe kuir tarih üzerine bir lecture performansım olacak. Aslında sanat alanında çeşitli şekillerde üretmeye devam edeceğim. Öbür yandan Erotik Şok videosuyla ilgili kapalı gösterimler olabilme ihtimali var. Çok fazla talep geliyor bu yönde. Ama benim de filmlerin izin hakkını, kullandığım müziğin izin hakkını aldığım şirketlerle bu doğrultuda yeniden görüşüp ‘böyle bir talep var, böyle bir şey yapmak istiyorum’ diyeceğim bir süreç olacak önümde. Ama bunlar henüz böyle havada, belli olmayan şeyler.
Commenti