top of page
Writer's pictureZekican Sarısoy

Söyleşi: Alex Schulman

Alex Schulman, ödüllü İsveçli bir gazeteci; yazar, televizyon ve radyo işleri yapan bir programcı aynı zamanda. Çok farklı mecralarda iş üreten, bir sonraki kutuda ne çıkacağını, ne çıkartacağını tahmin etmenizin güç olduğu isimlerden biri. Schulman’ın 2020 yılında yayımlanan kurmaca kitabı “Hayatta Kalanlar” (Över-Lavarna) 33 dile çevrildi. Türkiye’de ise Zeynep Tamer’in çevirisi ile Timaş Yayınları’ndan 2022 yılında iki baskı yaptı. Kitap vesilesiyle yazar Schulman ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.


Fotoğraflar: Viktor Fremling


Bir yazar felaketle nasıl başa çıkar?

Bazı zamanlarda kuru bir mizaha, içten olmayan bir gülümsemeye, kayıtsız olan bir duruşa ihtiyaç duyarız. Bunların aslında tam tersi bir yerden olması gerekiyordur. Öyle olması gerektiği için. Biz yaşlanıyoruz da anılar yaşlanmaz. Kahrolasıca anılarımız piknik sepeti gibi. Her daim bir sandviç ve portakal suyu gibi sepetten atlamaya hazırlar. Ama tıpkı hatırlayan diğer şeyler gibi değişirler. Dönüşürler. Yer değiştirirler. Biz onları uyandırıncaya kadar yaşarlar ama görmediğimiz bir yerlerde.


Hayatta Kalanlar temel olarak annelerinin ölümü üzerine bir araya gelen üç erkek kardeş üzerinden, ileriye ve geriye sıçramalar yaparak hem bu üç kardeş arasındaki gerilimi okuyucusuyla paylaşıyor hem de aradan geçen zamanı, kararları ve seçimleri evrensel bir ‘birliktelik’ üzerinden masaya koyuyor. Yazarın bu denli öznel bir hikayede daha birkaç sayfada okuyucuyu yarattığı dünyaya hızlıca dahil etmesindeki beceri ise kurduğu evrene hakimiyetinin yanı sıra hikayenin standart bir formül yerine formülcüklerden oluşan bir anlatıya sahip olmasında yatıyor.


Hikâyeyi düşünürken ya da okurken gerilimi unutmamak gerekiyor. Kitapta genel olarak bir sessizlik ve unutmuşluk manzarası hakim sürüyor. Ancak bütün bu serüvenin içinde çok minik diyebileceğimiz detaylar sizi tedirgin ediyor; bir şeyleri bekliyorsunuz. Anlatıcının, belki de çalıların arkasından bu üç kardeşi izlediği anlatı, bir noktada okuyucunun oldukça yakından takip etmeye başladığı bir mizansene dönüşüyor. İşin kötü tarafı bu kadar yakın plan sokulduğunuz bir hikâyede hafızanız artık ana karakterler gibi bir bilinmezin içine dahil oluyor. Schulman’ın farklı farklı şapkalarının marifeti işte burada başlıyor. Şimdi yarın olacak, dün ise bugün. Arabeskten öleceğiz birazdan. Ama ölmeyin, kıyamam size. Anlatımı lineer bir anlatım yerine paralel iki ayrı zaman dilimine bölen yazar ile bir öykü kurmanın ihtimalleri, bir yazar olarak ölüleri ziyaret etmenin motivasyonu ve yazarın yarattığı evrenle kurduğu ilişki üzerine sohbet ettik.


Okur için not: Söyleşiyi okurken bir kenara not düşerek okumanızı çok isteriz. Sanat eserinin içeriğinin ahlaki sorumluluğu olur mu; bir yazar yarattığı evrende ölümü sunabilir mi ya da yazar ahlâk kurallarının ötesinde bir yerde midir? 


Paralel bir olay akışı ile hikayeyi anlatma fikri nereden doğdu? Çünkü, hikayede bildiğimiz haliyle lineer bir akış ve olay örgüsü yok.

Aslında bu fikir doğmadan önce de geriye dönük hikaye anlatımının, gizem kattığı için hikayeye çok şey kattığını düşünüyorum. Hikaye üç erkek karakter ile başlıyor. Ağlıyorlar, kanıyorlar ve serzenişte bulunuyorlar. Ve elbette sen (okuyucu) o sırada kendine ne oldu diye soruyorsun. Sonra bir sonraki bölüm bir saat öncesine gidiyor ve karakterler o sırada kavga ediyorlar. Evet, cevabı alıyorsun ama sonra neden kavga ediyorlar diye soruyorsun. Ve bir sonraki bölüm, açıklamayı alıyorsun. Yani bu hikayeye gizem eklemenin bir yolu gibi. Çocukluğa dair olan diğer zaman çizgisinde, işleri biraz daha yavaşlatabilirdim; çünkü, aslında şimdiki zamanda bu gizeme sahip olduğumu biliyordum. Bu noktada yavaşladım, basitleştirdim ve çocukluk bölümündeki sahnelerde biraz daha uzun kaldım. Ama belirli formlara ya da formüllere takıntılıyım. Bu yüzden gece ve gündüz üzerinden düşünüyorum. Hikayeyi geriye doğru yaslayıp, bizim için bir hikaye anlatmanın nasıl olacağına odaklandım.


Atwood, yazarlığın bir felaket karşısında nasıl durduğumuzla çok ilişkisi olduğunu söyler. Anlatılan şeyin içinde o felaketi nasıl ele aldığımızın önemine değinir. Buradan bakınca bir yazar olarak formülünüz nedir? Felaketle nasıl bir bağ kurarsınız?

İlginç bir soru. Bunu hiç duymamıştım. Ama söylediğine kesinlikle katılıyorum. Yazarken felaketin içinde olmam gerekiyor. Çünkü olmazsam, bu asla iyi olmayacak. Pek rahat hissettirmeyen kitaplar yazdım. Orada olmam gerektiğini biliyordum, olmalıydım. Her zaman karanlığa, en karanlık noktalara giden yolu ararım, bulurum. Ve bu bir yazar için çok zorlu bir süreç. Oraya gitmeye cesaret edemezsem, edemezseniz bir şeylerin iyi olmayacağını bilirsiniz. Beni korkuttuğu için olay yerinde olmak istemediğimi yazarken bile, neredeyse bir paniğe ihtiyacım var. Devam etmeliyim.


Bir okuyucu olarak çocukluğu, güzelin ve kötünün aynı anda var olduğu bir dönem olarak görüyorum. Aslında sanki buradan çıktığımızda bir şeyler değişiyor. Kastettiğim basit anlamda bir çocukluğa özlem kesinlikle değil. (gülüyor) Söylemeye çalıştığım bir eşik var ve o eşiği geçtikten sonra ileriye ve geriye atlamalar başlıyor. Buradan “Hayatta Kalanlar”a bakınca hikayenin sonunu bildiğiniz için tersten anlatmak yazma sürecinizi etkiledi mi?

Hikaye anlatma süreci, romandaki en büyük soru ve bu benim her zaman kendime sorduğum bir soru. Kendi çocukluğumu düşününce ‘ne oldu’ ve ‘gerçek nedir’ sorusu geliyor aklıma. Birden fazla doğrunun olması ve bunların birbirinden farklı olması mümkün olabilir mi? Çocukluğumu çok fazla düşünüyorum ve çocukken o kadar çok terapiye gittim ki travmanın çocuğuna döndüm. (gülüyor) Ancak bir şeyler bizim dışımızda sürekli değişmeye devam ediyor. Bu aşamada artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyemem. Belki kardeşlerimi arayıp onlara sorabilirim: Bu benim resmim, seninki ne? Ve onlar bana tamamen bambaşka hikayeler anlatabilirler. Bu yüzden anıların değişme şeklinin çok ilginç olduğunu düşünüyorum. Olan bir şeylerle ilgili bir resminiz var ama kimse bir şeyi değiştiremiyor mu? Bu süreç benim için sürekli bir değişim içinde. Ve bunun, üzerine bir kitap yazmak için iyi bir şey olduğunu düşünüyorum.


Bu kocaman resmin ötesinde sizin gazetecilik kariyeriniz üzerine de çok düşündüm. Kurgusal hikaye anlatımından farklı olarak, gazetecilik daha keskin ayrıntılara, ilgi düzeyine ve net ayrıntılara dayanır. Öte yandan kurmaca olan hikayenin tamamında bir travma var. Bunun ise okuyucuya yansıması ve farklı farklı yerlere sıçraması çok muhtemel. Olayı -çocukların eve geldiği andan bahsediyorum- bir karakter olarak okumak sizce mümkün mü?

Hmmm. Belki şuraya gitmek iyi olabilir. EMDR denilen bir terapiye gittim. Heyecan verici bir terapi yöntemi. Terapistin elleriyle birlikte hareket ediyorsun. Ardından çocukluk hafızası hakkında konuşmak zorundasın ve geriye doğru gitmeye başlıyorsun. Bu anla birlikte bir fikir buluyorsun, aslında bulduğun bu ilk fikir büyük travmayı bulmak oluyor. Ardından onu kazmaya başlıyorsun. Ve bunu anlarsanız, (travma) bundan sonra olan her şey değişmeye başlıyor. Bu yüzden onu bulmalısın ve içinden geçerek yoluna devam etmelisin. Ardından mutlu bir insan olacaksın. (gülüyor) Oldukça basit. Birkaç yıl oraya gittim. Geriye, daha geriye ve daha geriye gitmeye başladık. Bulduğumuz şey beş yaşında olduğum ve bilmediğim bir anıydı. Arabada kardeşlerimle birlikte olan bir anı. Arabanın arka koltuğunda kavga ediyorduk. Babam, eğer kavga etmeye devam edersem bizi arabadan indireceğini söyledi. Ve biz kavga etmeye devam ettik; ardından babam sanırım arabayı durdurdu. Dışarıya çıktı, benim tarafımdaki kapıyı açtı ve beni dışarı çıkardı. Kış ortasında bir tarlada arkamdan itekledi. O an beni burada bırakırsa öleceğimi düşündüm. Ben yeniden koşarak arabaya gittim ve bindim ancak babam yine peşimden geldi ve beni bir kez daha dışarı çıkardı. Ve bu sefer bacağımı falan yaraladım, kalkamadım. Babamın arabaya geri döndüğünü gördüm. Öylece arabayla uzaklaştı. Ve orada kışın ortasında yalnız kalmıştım. Düşündüğüm şey burada sadece ölmeyeceğim, bu doğru olamaz; çünkü ben değersizim, sevilmeye layık değilim gibi şeylerdi. Orada ölmem için bu düşünceler mantıklı geliyordu. Bu anının içinden sürekli geçtim, geçtim ve yeniden geçtim. Bu alana tekrar tekrar girdim. Bu anının bana yardımcı olduğundan emin değilim. Ama kitapta bunları elbette değiştirdim ve bambaşka formlara girdi.


Çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

 

Bu söyleşi ilk olarak 23 Haziran 2022 tarihinde dadanizm.com adresinde yayınlanmıştır.

0 views

Comments


Commenting has been turned off.
bottom of page