top of page
Writer's pictureZekican Sarısoy

Söyleşi: Steve Carell

Updated: Sep 3

Dinner for Schmucks’ın Barry’si, Dan in Real Life’ın Dan’i, The Office’in canımız Michael Scott’ı Steve Carell ile FX yapımı The Patient üzerine konuştuk. Carell’in bir oyuncu olmanın ötesinde yapımcı olarak da yer aldığı proje 10 bölümden oluşan bir mini dizi ve şu an Disney+’da yayında.

“Büyük bir eğlence ve partinin içindeymişiz gibi hissediyorum çoğu zaman. Yok yok, aslında öyle hissetmiyorum. Bu kocaman, eğlenceli bir sirk” diyor oyuncu Steve Carell. Gerçekten haksız sayılmaz. Oyuncunun kariyerine baktığımızda, her ne kadar zamanında pek çok yayın, onun için ‘‘en güvenilir oyuncu’’ dese de aslında onun güvenilir olmayan sınırları ve kendine has bir yaklaşımı var.


Tartışmaya kapalı. Kesinlikle komedi için inşa edilmiş bir yüzü var. “Of yazıklar olsun bana!” tadında yeşil gözler, büyük bir burun, katalog sevenler için cezbedici derecede standart yüz hatları ve önden yukarı taranmış bir bukle saç… Komedinin bir hikaye içinde süregelmesi için diğer türlere nazaran paslaşmaların tam ve zamanında sunulması gerekiyor. Aksi takdirde o hikaye sizi rezil eder. Steve Carell için komedi süreci hemen hemen bütün işlerine baktığımıza bir paslaşmadan ya da günümüz komedyenlerinin ‘zeka ürünü’ olarak sunduklarından farklı olarak mizah durumunun kendiliğinde gizli. Tabular, günlük haller, karşılaşmalar bütün bunlar kendi kendiliğinde bir komediye dönüşüyor. Yani karakter komik olmaya ya da zekasını falan kanıtlamaya çalışmıyor. Tam olarak doğaçlama burada devreye giriyor. Anı yıkmak, yeniden oluşturmak ya da rolü evirip çevirmekten bahsetmiyoruz.


“Doğaçlama ve performansa uzun bir yolculuk olarak bakıyorum” diyor Carell. “Bir satranç tahtasında olduğumu düşünüyorum. Piyonla açılış yapmak zorundasınız. Peki sonra ne olacak? Diğer karakterle ya da kendinizle oynayabilirsiniz. Hayır, bilgisayarda değil tabii. Herkesin söylediği ve kestirebildiği bir oyundan kim ne zevk alır? Bir oyuncu olarak sizin her şeyi kafanızın içinde hatırlamanız ve sonraki hamleleri tahmin ederek oyunda kalmanız çok önemli.”

Burada oyuncunun kendi içinde yine kendiyle karşı karşıya kaldığı o ana değiniyor. Gerçekten sürekli yarışta olmak gibi. Ne zor! Deli işi! Bir doğrusu ya da şudur metodu gibi bir şey yok. Varmış gibi. Karşımda konuştuğum oyuncunun ne denli esneyebileceğini görüyorum. Bir komedyen, oyuncu ya da yapımcı kimliğiyle hepimizin bildiği şeyler üzerine, medya ve sinema üzerine ama ortak bir geçmişe dair konuşuyor. Biraz duruyor ve devam ediyor. “Bir film hakkında konuşmak, filmde yer aldığın bütün kimlikler, bir yapımcı, bir oyuncu, bir senarist olmanın ötesinde bir filmi yapmak kadar ürkütücü. İçine girdiğimiz bir hikaye, bizimse oyuncu olarak büründüğümüz karakterler var ve biz aslında bu karaktere olan inançla devam ediyoruz. Örneğin, bunun size geçmeme gibi bir durumu hep var. Tam tersi bizim içimize hiç de sinmeyen bir şeyin izleyicilerde çok büyük etki yaratması da muhtemel.”


Steve Carell ve Domhnall Gleeson’ı başrollerine taşıyan dizide temel olarak bir hasta (Gleeson) ve onun terapisti (Carell) arasındaki gerilime şahit oluyoruz. Öldürme eyleminin altında yatan nedenleri, iyileşmek isteyen ama dürtülerini kontrol edemeyen bir hasta ve aile kavramını tartışmaya açan yapım, oldukça kısıtlı bir mekan üzerinden çeşitli odalar arasında genişleyerek ilerliyor. “The Americans” (2013) ile Emmy’lerden ödülle dönen Joel Fields ve Joseph Weisberg ikilisinin bir kez daha yönetmen koltuğunda oturduğu dizinin yapım süreci ve oyunculuk metodu üzerine Carell ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi aşağıda. Keyifli okumalar!


Dizideki yapımcı kimliğinizi bir yana koyarsak, oyuncu olarak Alan Strauss karakterine çalışmaya nereden başladınız? 

Bir hasta ve onun terapisti arasındaki ilişkiyi görüyoruz. Baktığımız zaman temel hikaye bu. Aslında bir doktorun bütün mahremiyetini bildiği kişiye nasıl yaklaşması gerektiği üzerinden karaktere çalışmaya başladım. Bu kulağa çok kısıtlayıcı gibi geliyor ama değil. Sınırları çok daha net bir alanda çalışmaya başlıyorsunuz. Empati kurabilirsin, anlayabilirsin, yardımcı olabilirsin ama birinin hayatına yön veremezsin. Kısacası iyi ya da kötü diyemezsin. Temelde oyuncu olarak sıkıntı yaşadığım nokta bu oldu sanırım. Yasaklı kelimelerin olduğu bir oyun oynuyorsunuz. Ama oyun hiç bitmiyor hep bir devamlılık var ve sizin o devamlılık içinde hatalı bir şey yapmamanız gerekiyor yoksa sonuçları korkutucu olabilir.


Yoğun bir diyalog sürecinden bahsediyoruz. Hikayenin devamlılığını sağlayan temel noktalardan biri bu sanki… 

Birbirimizle nasıl çalışabiliriz? Sadece karakter üzerinden söylemiyorum. Örneğin, karakter kendi iç sesiyle bir diyalog içinde de olabilir. Yine birden fazla karakter var. Sadece kendim için demiyorum. Domhnall Gleeson bu diyalogların öne çıkmasında gerçekten büyük bir öneme sahip. Harika bir oyuncu. Diyalog süreci gerçekten karanlıkla dans etmek gibi. Yani filmin hikayesiyle bir demokrasi süreci yürütüyorsun. Şekil veren ve orada onu öne çıkaran, onu yaşayan kişi oyuncunun kendisi oluyor. Çok fazla duygu var; şefkat var, acı var, empati var. Burada hikayedeki duygulardan söz etmiyorum. Oyuncunun bir performans için geçirdiği kendiyle olan diyalogdan bahsediyorum.


Motivasyonunuzu o halde genel olarak nelerden alıyorsunuz?

Yaptığımız kesinlikle en güzel şey birlikte olduğumuz şeyi başlatmak. Bir projeyi kabul etmenin kendisinin de önemli bir hazırlık periyodu olduğunu düşünüyorum. Bu projenin başlamasıyla birlikte çalıştığımız her şey; metinler, karakterler, bulunduğumuz koşullar kendiliğinden açığa çıkmaya başladı. Doktor Alan’ın eşiğinden adım attığımız andan itibaren sanki bir şeyler bizi bekliyor gibiydi. Çok fazla prova aldığımızı söyleyemem. Karşılıklı kamera karşısına geçtiğimiz an itibariyle karakterlerin bir hikayesi, anısı olduğunu düşünürüm hep. Yani tamamen ben bir karakter olarak ne yapardım değil. Diğer karakterlerle ve özellikle içinde bulunduğum bu mekanla ne yapardım kısmını da çok düşünüyorum.


Yönetmen kim olursa olsun içime sinmeyen bir ortam ya da kendimle ilgili motivasyonumu kaybettiğim zaman bu çekimden mutlu olmadığımı net bir şekilde söylerim. (Gülüyor) Çünkü karakter sadece benden ya da birlikte rol aldığım diğer karakterlerden ibaret değil. Pek çok farklı bileşenin karakter üzerinde etkisi var. Dizide kırık bir çember var. Bunu en başından itibaren farklı farklı yerlerde görmeye başlıyoruz. Çok insancıl bir şey. Doktorun bir terapist olarak geçmişle bağı, hissettikleri, özlem duyduğu şeyler görünmeye başlıyor. Duygular nesnelerle anlam kazanıyor. Bir fotoğraf karesiyle, bir hatırlamayla, bir gözlükle, bir halıyla, evin verandasıyla… Duygularla ilgili ya da insan temelli bir şey var ama bir kısmı benim dışımda yaşıyor. Hikayenin böyle bir yanı var. Yoksa sıkıcı, yaşlı, koltuğunda oturan bir terapist olurdu. (Gülüyor) Soruna dönecek olursak birlikte yaptığımız bir şey için tek bir yerden beslenmiyorum. Çok fazla şeye odaklanıyorum. Ortak ya da yakın tonları yakalamanın önemli olduğunu düşünüyorum.


Duygular demişken bağımlılıkla ilgili hiç kavram karmaşasına düştüğünüz oldu mu? Yani bağımlılığa sebep olan çok fazla neden ve takip eden çok fazla duygu var. Bazen karakteri anlamak için umut aracı olur, bazen öfke aracı olur. Hikayedeki antagonist ile seyircinin bağ kurması pek mümkün olmuyor. Çünkü saf bir öldürme eyleminden ve bu duygudan bahsediyoruz. Karakter bunu terapist yoluyla aşmaya çalışıyor. Sizi orada tutan, karşıt bir karakter olarak bağlayan şey ne oldu?

Travmaya sebep olan hiçbir şey, hiçbir duygu aslında iyi değil. Mutluluğun kendisi de çok travmatik bir şeyleri taşıyabilir. Günün sonunda orada mutluluğu ya da iyi olan şeyleri konuşmuyor oluruz. İzleyiciyi ve beni hikayede tutan şey karşıt karakterle bir yakınlık kurmaktan ziyade duygunun ve karakterin değişimi oldu. Bir sonraki adımda ne yapacak, ne yapardı, ne yaptı. Bu soruların peşine düşüyorum. Hikayenin bunu genelinde iyi verdiğine inanıyorum. İki karakter ile de mesafeyi koruyor. Aslında bu hikayede bu oldukça zor. Bir yargılama ya da tam tersi şefkat gösterme durumu yok. Burada hastalıklı, rahatsız edici bir şey var. Bir şeyler yolunda gitmiyor. Bunu çok net görüyoruz. Ama yargılamadan yol almaya çalışıyoruz. Toplumsal olarak en normal olmayan durumda bile hikaye anlatmanın izleyiciyi bir doğru ya da yanlışa yönlendirme potansiyeli olmamalıdır. Film izlemek, kitap okumak, müzik dinlemek bir keşif süreci. Yönetmen ya da oyuncunun kendi ahlaki taraflarını büsbütün hikayeye dahil etmesi keşfedilebilir bir şey bırakmaz. Birçok insan için bunu anlamanın çok karmaşık olduğunun farkındayım. Doğru ya da yanlış taraf yok; çok fazla gri alan var.


Son olarak hikayede bir çatışma yaratmak için karşıt duyguların, durumların, beklenmeyen karşılaşmaların, ansızın beliren ve beklenmeyen şeylerin olduğunu düşünüyorum. Sizi ilk bölümden son bölüme hikayede tutan şey ne oldu?

Saplantılı bir düşüncen olması, iyi bir şey olsun ya da olmasın içindeki neşeyi alıyor ve aslında bir duygu bütünü bırakıyor. Benim ya da izleyicinin bu hikayede kalması, orada olan şeyleri yakında izlemek istemesi -bu başka benzer bir hikaye de olabilir- bir merak duygusundan kaynaklanıyor. Bir eşyaya duyulan merak bile olabilir. Kısıtlı bir mekan kullanımı var ve bir eşyanın bile mekana taşınması fikri önemli bir bağlayıcı sebep olabilir. Ortamda bir hastalık var. Ortamda bir çaresizlik var. Yolunda gitmeyen şeyler var ama karakterler arasında akla ilk gelen en ufak bir yargılama ya da akışı büsbütün değiştirme eğilimi yok. Bizim burada ilk akla geldiği şekilde bir yargılama yoluna gitmemiz ya da karakterin daha ilk bölümlerde bir çıkış yolu bulması ve kaçması söz konusu olsaydı bu ve buna benzer eğilimi olan insanların ne yaptığı ya da bir çıkış yolu olup olmadığı fikri hep akılda kalacaktı. Elbette sosyal olarak toplumla uyumlu olmayan birinin psikolojisini büsbütün bizim bir dizi ya da film aracılığıyla öğrenmemiz söz konusu değil ama perspektiflerin çeşitlenmesi gerektiğini düşünüyorum. İtirazlar olacaktır. Kimin umurunda diyenler olacaktır. Ama biraz hem oyuncu hem de bir izleyici olarak görülmeyen alanlarda gezinmeyi seviyorum. Beni orada tutan şey bu çeşitlilik ve sinemanın, televizyon dizilerinin devam etmesinin altında yatan sır da bu sanırım. Büyük bir ipucu verdim; şimdi ne yapacağız? (gülüyor)

 

Bu söyleşi ilk olarak 25 Aralık 2022 tarihinde dadanizm.com adresinde yayınlanmıştır.

0 views

Comments


Commenting has been turned off.
bottom of page