top of page
Writer's pictureZekican Sarısoy

Söyleşi: Ceylan Özgün Özçelik

Updated: Oct 7

Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik’in 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gösterimini yapan filmi On Saniye (Ceylan Özgün Özçelik, Türkiye, 2024) üzerine yönetmenle bir söyleşi gerçekleştirdik.


Writer's cut

Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik ile söyleşi yapılıyor.
Fotoğraf: Ayşe Şen

On Saniye yönetmenin sinemasında yedinci film. Filmin senaryo yazarı Erdi Işık. Aslında bir tiyatro oyunu. Prömiyeri pandeminin başlangıcından az biraz önceye denk düşüyor. Birkaç defa sahne alan oyun aslında izleyiciyisiyle ilişkisi kesintiye uğramış bir iş. Dolayısıyla işin tiyatro oyunu hâlini pek çoğumuzun kaçırdığı, görmediği bir hikâye. Uzun bir aradan sonra Özçelik’le buluşan Işık yoğun bir çalışmanın ardından bunu şimdi gördüğümüz hâline kavuşturuyorlar. İki oyuncunun performansı üzerinden ilerleyen filmin başrollerinde Bige Önal (İpek) ve Bergüzar Korel (Yasemin) yer alıyor. Korel aynı zamanda filmin yapım departmanında da yer alıyor. Bir rehber öğretmen ile problemi olan bir çocuğun velisinin görüşmesini merkezine alıyor. On Saniye. Tek mekân ve bu mekânın üzerine eklenen diyaloglar, ışık ve dekor ile olay örgüsünü kuruyor film. Teknik tercihleri itibariyle düşündüren, beğenimizi kazandığı gibi eleştirilerimizin de olduğu heyecan veren bir iş. Olayın seyrini takip etmek ve hikâyenin aldığı yolun önünü açmak için görüntü yönetmeni Zeynep Seçil’in maharetli elleri yardıma koşuyor. Oyun dolu bir film. Ele aldığı meselenin hakikatinin bilincinde ve bu hakikatin içinde bildik yollar yerine ucu açık olmasa bile yan yollara sapmaktan geri durmuyor.   


Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik'in On Saniye filminden görüntü.

Bir hikâyeye tutulmanızı sağlayan şey neydi?

2020’de yazılmış bir tiyatro metniydi ve hâli hazırda sahneleniyordu. Filmde gördüğünüzden çok başkaydı. Henüz oyunu izlememiştim. Zaten çok kısıtlı bir süre sahnelendi çünkü araya pandemi girdi. Erdi Işık Kaygı’yı (Ceylan Özgün Özçelik, Türkiye, 2017) zaten izlemişti. Filmden sonra benimle tanışmak istedi. Filmin atmosferini çok beğendiğini söyledi. O atmosferi bir filme dönüştürme şansımız olup olmadığını sordu. Ben de okuyabileceğimi söyledim. Bir tiyatro metniydi. İlk okuduğumda şunu hissettim: Bu bir film senaryosuna dönüştüğünde tek plan bir film olabilir mi? Kayıt ve stop diyeceğim bir hikâye hayal etmeye başladım. Teknik olarak kafamda olan buydu. Konu olarak beni tutan ise tek mekânda geçmesi, yönetmen olarak o mekânda yapabileceklerim ve sinemanın bütün olanaklarını delicesine kullanabileceğim bir alan sunmasıydı.


Kişi ve kurumlara çok fazla değer atfediyoruz. Karakterlere baktığımızda birisi öğretmen, birisi anne, bir diğeri çocuk. Biz o çocuğun yaşını büyüttük. Çocuk annenin olduğu evde de, öğretmenin olduğu okulda da aslında son derece tehlikede. 2022’de senaryoya dönüştükten sonra Erdi’ye şunu söyledim: Gel buradan çocuğu da çıkaralım. O da kutsal olmasın. Bu iki karakter onu yaralayan, zedeleyen birileri olmasın. Hadi onu da yıkalım. Yani bütün kutsalları toptan yıkalım. Hiçbiri masum olmasın yani. Senaryoda bu anlamda ‘sınırda anne’ durumu vardı. Biz onu biraz daha ortaya çıkaracağımız bir dilin peşine düştük. 


Dramaturjiyi nasıl çalıştınız?

Aşama aşama yarattık. Erdi zaten senaryo sürecine çalışırken iki kadın dramaturg ile çalışmıştı. Ondan böyle bir isteğim olmuştu. Senaryo bize ulaştıktan sonra zaten önümüzde çok uzun bir yol olduğu için ilk yapmam gereken o planı doğru şekilde kurgulamaktı. O dili nasıl oluşturmalıyız ve nereden başlamalıyız. Bunların hepsi hem birarada oluyor hem de aşama aşama oluyor. Aşamalı çalışırken şöyle bir sıralamayla gitmek istedim ben: Oyuncular belli olduktan sonra ilk önce klinik psikolog ile biraraya gelmek. Anneyi anlamak. Karakterin kimliği nedir? Anne türleri nasıl? Kraliçe ‘anne’ var; ‘cadı’ anne var gibi gibi. Kraliçe anne bizim annemiz. Kraliçe anneyi anlayacağımız ve borderline karakterleri anlayacağımız birçok kitap önerdi. Onları okuduk ve ben onların özetlerini çıkardım. Özetler bütün ekibe dağıtıldı. Bütün ekibin buradaki başlıkları doğru şekilde anlaması gerekiyordu. Karakterin sınırda anneyi bizimle paylaşırken de bu kraliçe annenin iç mekânda, dış mekânda ya da çocukla ilişkisi anlamında nasıl olduğunu bilmek gerekiyordu. Yani ortaklıkları ve farklılıkları neler bunları görmemiz gerekiyordu. Çok fazla veriyle yüklendik aslında. Bergüzar’da (Korel) ben de şunu hiç istemiyorduk: Annenin bağıran bir karakter olması. Evet çok konuşan bir karakter ama bir maskeyle dolaştıkları için biz onu mükemmelliyetçi bir yaklaşımı olan birisi olarak görüyoruz. Kendisi için varolan rolü çok güzel gerçekleştirmeye çalışırken bunun bir rol olduğunu hissettiren bir karakter aslında. Biz tam oralardaydık. O sinir bozucu gülümsemesi ve onu hep koruması ama bir yandan da sürekli rahatsız etmesi. Söyledikleri rasyonel değil çünkü. Bir mantığı yok. 



Aslında filmdeki bütün karakterlerin hikâyesi ve tabii mekânın kendisi de bir neden-sonuç ilişkisiyle başlıyor ama bir önceki neden-sonucu unutup başka bir nedene tutunup onunla yürüyor. Hikaye bu bant üzerinde gidip geliyor. Geriye bir atlama yok. Hikâyenin en ilginç kısımlarından birisi bu. Oradaki ilişkiselliği nasıl kurdunuz?

Sanırım çok prova sayesinde. Senaryoyu görmüştük ve neyin işleyip, neyin işlemediğini çok iyi biliyorduk. Şöyle bir çalışma yaptık. Karakterlere şunu sordum. İlkokulda en sevdiğin ve en sevmediğin ders neydi? Ailenle ilgili hatırladığın en eski imge neydi? Bu soruların sayfalarca üzerinden geçildi. O noktada şu kurtarıcı oluyor. Bir karakterin aklına oradaki cümlelerden birisi gelebilir ve başka bir şeye dönüşebilir bu. Karakterin inşasında o karakteri oynayan kişinin kendi inşasının da önemli olduğunu düşünüyorum. Orayı çok iyi bilmemiz gerekiyor. Bir karakteri öğretmen yapayım. O Arık’ta doğdu, bunu biliyoruz. Ama diğer kadın nerede doğdu? Biraz sınıfsal ortaklıkları da olsun istiyordum. Veli kadın da aslında öğretmenin sınıfından geliyor örneğin.


Filme dair merak ettiklerimden biri hikâyede fiziksel ve psikolojik şiddetin çeşitli türlerini görüyoruz. Sizin filmlerinizde sevdiğim şeylerden birisi şu: Şiddete dair bir söz söylemek yerine şiddetin nereden geldiğine dair bir yoklama yapıyorsunuz. 

Şiddetin nereden geldiği meselesi söylediğiniz gibi çok önemli ve dönüp dönüp tekrar baktığım yerlerden birisi. Döngüleri bir kenara bırakırsak hiç kimse bir an da bir şiddetin kendisine dönüşmüyor. Ve en tehlikeli yerlerden birisi herkes için ‘ev’. İstisnalar elbette vardır. Eminim çok mutlu evler olmuştur ama ben bilmiyorum. Hiç görmedim. (gülüyor) Ben hukuk eğitimi almış biriyim. Orada da görmedim. Lise eğitim hayatımda da görmedim. Ben evde çok mutluydum, harika bir çocukluk geçirdim diyen birine denk gelmedim. Ev bu anlamda tekinsiz bir yer. En temelde sürekli birilerinin bize şekil vermeye çalıştığı bir alan. Söz gelimi ev mutlu bir alan olsun ama okul bambaşka bir dinamiğe sahip. O zaman bulunduğun yer neresiyse ya kimliğinden, ya psikolojinden ya da söylediğin ya da söylediklerinden başka bir şeye dönüşüyorsun. Aslında bir tehdit altındasın. Böylece yeni yeni kaygı biçimleri geliştirmeye başlıyoruz. Bunlar yıllar sonra bile bizimle kalıyorlar. 


Öğretici bir süreç oldu diyebilir miyiz?

Kesinlikle. Birincisi zaten senaryo benim olmadığı için oldu. Temelde başka birinin hikâyesi üzerine inşa etmeye çalışıyorsun. Elbette elimizdeki malzeme ile çok oynadık. Ama başkasının hayali üzerine yenilerini koymaya çalışıyorsun. Belki benim artık çok yapmak istemeyeceğim bir teknik olabilir naçizane. Evet bu hikâyeyi yaptım çünkü orada söyleyebileceklerim vardı. Bütün oyunlarıma izin verdi Erdi. Çok kıymetli ve bunu herkes yapmayabilir. Büyük kavgalar olabilir. Zorlayıcı bir süreç çünkü her bir değişiklikte konuşmak gerekiyor. Uzun uzun ona neden bu tercihler üzerinde durduğumu anlattım. Örneğin sonucu değiştirdim ve neden olduğunu anlattım. Uzun uzun bunlar tartışıldı. Keza oyuncularla tartıştık bunları. Çünkü apayrı bir yere gittik biz. Onun çocuğuydu o ve başka bir yola çıktı. O da bunu istiyordu bir yandan.


Çoklu düşünmen gereken bir süreçten bahsediyorsun. Oldukça zor.

Evet. Aklıma bir şey geliyor. O ne diyecek? Bunu kabul edecek mi? Kabul ettirmek için ne demeliyim? Nasıl cümle kurmalıyım? Bunların hepsini düşünüyordum bu arada. Ama bazen sakladığım oluyordu ekipten. Benim öyle huylarım da var. Aklımdakileri onlara başka türlü anlatıyorum o duyguya gitmek için. Onlar aslında bilmiyor oluyor. Sonuca giden yol aynı ama başka bir duygulanım var. Bunu çok nadir yapıyorum. Zaten rejimi kesinlikle böyle kurmuyorum. Çünkü biz her durumu çok şeffaflıkla ve açıklıkla yapıyoruz. Kendimce küçük macguffinler¹ koyuyorum. Bunu filmin içinde değil ekibime bırakıyorum aslında. Örneğin, filmde görüntü yönetiminde flu ve net olan sahneler var. Ekip bir nedeni biliyor ama diğerini bilmiyor. Bir neden karakterler yalan söylediklerinde gerçekleşiyor. Diğer neden bende gizli. Kimse bilmiyor. 


Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik'in On Saniye filminden görüntü.
Bige Önal (İpek)

Bu filmde bir yandan çok keskin kamera hareketleriniz var. Böyle bir tercih üzerinden izleyiciyle kuracağınız ilişkiye dair ne düşündünüz?

Çünkü orada çok keskin anlar oluyor. Ama kameranın başka bir karakter olması gibi bir isteğim yoktu çünkü kamera seyirciydi bu filmde. Onlarla birlikte orada olmalarını istiyordum. Bir kısmı için böyle düşündüm ama bir kısmı için böyle düşünmedim. Tepeden baksın, gözünün içine baksın, enseden izlesin gibi tercihlerim oldu. Çünkü karakterler tehdit ediyorlar bizi ve onlardan gelen saldırıyı istemiyoruz. 


Yol üstünde karar verdiğiniz şeyler oldu mu?

Mekânın girişiyle ilgili oldu. Gördüğünüz mekâna gelene kadar tek odaydı. Ben öyle çalışmaya başlamıştım. Bütün görsel referanslarımı, fotoğraflama ve kadraj çalışmalarımı ona göre yapıyordum. Görüntü yönetmenimiz Zeynep Seçil çok erken bir aşamada çalışmaya başladı. O da benimle birlikteydi pek çok aşamada. Ben çalışmamı yapıp ona aktarıyordum, o da buna uygun lenslere, ışık gereksinimine bakıyordu ve test ediyordu. Fener Rum Lisesi filmdeki mekânımız. Ama mekân ciddi şekilde eski ve onarımdan geçmediği için gerçekten kötü durumdaydı. Mekân bizim çalışmamız için uygun değildi ve zemin ve duvarlar başta olmak üzere mekânı oldukça değiştirdik. Oraya girdiğimizde şu oldu. Bir kitaplık vardı. Onun arkasında ne olduğunu merak ettim. Kapı gibi görünüyordu. Yan odaya geçen bir bölme olduğunu söylediler. Bakmak istedim. Belki seti taşıyabiliriz oraya gibi düşündüm. Açtığımız an beklemediğimiz bir alanla karşılaştık! Oda dedikleri için depo gibi bir yer olduğunu sanmıştık. Etkinlik salonu vardı ve harika bir yerdi. Hemen Erdi ile konuşmak istedim. Benim filmi iki aşamalı yapmam gerekiyordu. Bir kırılma noktası bulmam gerekiyordu. O kırılma noktası aslında çok netti. Öğretmen velinin problemini anlıyor ve atağa geçiyor. Kameranın tam tur dönüş yaptığı bir sahne var. Önce kadından korkuyor ve çekingen davranıyor. Çünkü biliyor kadının tehlikeli olduğunu. Burada böylece roller değişiyor. Dolayısıyla biz diğer tarafa geçtiğimizde bir ‘catfight’ başlıyor. 


Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik'in On Saniye filminden görüntü.
Bergüzar Korel (Yasemin)

Görüntü yönetmeniyle aranızda inanılmaz simbiyotik bir ilişki var. Ben her ikinizi de tanımıyor olsam ve bu filme ilk defa bakıyor olsaydım söyleyeceğim şu olurdu: İki tarafta eğlenmeyi ve denemeyi çok seviyor.

Kesinlikle öyle bu arada. Biz Zeynep ile hep inşa ettik. İki kamera çalıştığımız için şöyle bir avantajımız oldu. İlk bölümde ikinci kameranın ne yapacağı konusunda Zeynep’e çok alan açtım. Zeynep’e o kadar çok güveniyorum ki ne yapacağı konusunda! Kaygı’da asistandı. Daha evvel bir belgesel çektik; henüz çıkmadı. Çok güvenerek çalıştım. Kurmacayı da onun çekmesini istedim bu yüzden. Bundan sonra da ne çekersem onunla çalışmak istiyorum. Başka bir görüntü yönetmeni düşünemiyorum. Yetenek anlamında söylemiyorum bunu. Tam dediğin gibi simbiyotik bir ilişki aramızdaki. Zeynep inanılmaz bir ekip başı. Çok iyi anlıyor ve kendisi çok fazlasını getiriyor. Çünkü, yönetmenlik biliyorsun bazen çok egosal bir tarafa geçebiliyor. Öyle bir yaklaşımı ben sevmiyorum. Yönetmen sineması, yönetmenin dediği olur. Hayır. Biz hikâyeler anlatıyoruz, tasarlıyoruz ve ekibin o dünyaya daha fazla girdi katması gerekiyor aslında. Onlara işlerini en iyi şekilde yapmaları için alan açmamız gerekiyor. Buna bunu ekleyebiliriz, aklıma şu geldi ya da şöyle olursa daha iyi olur gibi bir yaklaşıma ihtiyacımız var. En çok ışık üzerinde çalıştık diyebiliriz. Hava açıyor, kapatıyor ve bunlar hep bekleme demek. Çok beklediğimiz oldu ama biliyordum ki Zeynep en iyisini çıkaracak. Arkada sürekli colour test yapıyorduk. Bunu asla bırakmadık. İki kamera çalışıyor ve biri hemen teste gidiyor. Arkada DIT² hep vardı. Kurgu da eş zamanlı başladı. Çekim bitince kurguya geçiyordum. Epey güzel bir süreçti.


Görüntü yönetimine özellikle değinmek istedim. Çünkü o kadar fazla detay var ki! Kapının boşluğu sahnesi örneğin. İnanılmaz.

Biz zaten onu gördük ve bura bir çekim yapalım dedik. Biraz spoiler gibi aslında ama paylaşmak istiyorum. Kapıdan bakan birisi var gibi ama yok gibi. Hep orada. Biraz onu yaratmaya çalıştım. Orada birinin nefesini duyuyoruz. Birisi orada bir toplantı olduğunun farkında ve gözlüyor. Koridorda yürüyor ve aslında uzaylı gibi hissediyor. Onun bakış açısından sahneler var. Özgür’e kıymet veriyorum çünkü o bir çocuk ve aslında genç bir kadın. Onun perspektifinden de o kutsalı yıkmak gerekiyordu. 


Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik'in On Saniye filminden görüntü.

Özgür’ü bütün filmin atmosferinde hissediyoruz. Sadece nefes alışı değil dokunduğu alanlar görüyoruz. Bir hatırlatıcı olarak alıyoruz biz bunları. Üçüncü bir karakter olarak orada. Bir yandan filmin dünyasında cinsiyetsiz bir karakter. Bu çocuğun genç bir erkek karakter olduğunu düşündüm ve sürpriz oldu açıkçası. 

Umuyorum kuir bir karakter olduğunu da fark ederler. Çünkü onun bakış açısı var filmde ve çevresinin ona neden uzaylı gibi baktığını görüyoruz. Annenin de ‘mükemmellik’ tablosunu bozan bir durum bu. Aslında bunlar bu kadar basit bir örüntüde. Çocuğa istediklerini yaptıran bir anne karakteri var. O bir kırılma anı aslında. Özgür bir karakter olarak kırılma yaşıyor. Çünkü annesinin hep istediğini yapan biri ve bu son istek bir şeyleri değiştiriyor. Hayır diyor ve isyan başlıyor. 


Sizin ilk filmlerinizi yapmaya başladığınız yerden bu zamana geldiğimizde o zaman film yapan kadınlarla şimdi film yapan kadınlar arasında bir şeyler değişti. Araya #metoo gibi bir hareket girdi. Pandemi girdi. Sonunda bir dönüm noktasına geldiğimizi mi düşünüyorsunuz yoksa hâlâ bilmediğimiz bazı engeller olduğunu mu düşünüyorsunuz, düşüncelerinizi duymayı çok isterim. 

Evet Türkiye’ye asla sirayet etmeyen bir hareket. (gülüyor) Dünya’da bir şeyler oluyor ve festivallere de bu değişimin öyle ya da böyle uğradığını görüyoruz. Çok önemli ama şuna da bakmak gerekiyor. Üretimlerin olması mutluluk verici. Ama burada filmi olan insanların önce ekiplerine bakıyorum. Kaç kadın ve kuir sinemacı var departman başlarında? Müziği kim yapmış? Sanat yönetmeni kim? Kurgu ya da görüntüde kim var? İçeriklere karışamayız. Erkeklerin hikâyesini anlatıyor olabilir ama arkada kadınları ve kuirleri görmezden gelemezsin. 2024 yılında orada değiliz. Dünya orada değil. Festivallerde de çok değişti, üretimde de çok değişti. Onun ödüllendirilmesi gerekiyor. Ama burada yani Türkiye’de bakıyorum. Tamam, erkek hikâyesi anlatıyorsun ama arkadaki ekip neden tamamen erkekler? Orada bir eşitlik yaratabilirsin. Niye buna hayır diyorsun? Çünkü bizde erkeklerin ödüllendirilmesi ve yaptıkları işlerde daha görünür olması, buna endüstriyi de dahil edersek daha makul oluyor. Kadınlar teknik dallarda çok nadir ödüllendiriliyor. Son on yıla baktığımızda öyle büyük bir değişim yok. Kuir sinema zaten yok denecek kadar az. Yapamıyoruz, yapılamıyor. Kendi filmim öyle bir film değil ve bir yere kadar konuşabiliyorum. 


Durum hikâyesi mi olay hikâyesi mi? 

Hepimiz ne anlattığımıza çok değer veriyoruz. Bütün filmler bence öyle. Ama neyi nasıl anlattığımızı ben daha çok önemsiyorum. Bazen o kadar ‘büyük’ satırlar anlatmıyor olabiliriz. Bizden beklenen o büyük yoksulluğu, çaresizliği, o büyük karakterler galerisini, büyük köyü, büyük kasabayı anlatmıyor olabiliriz bu arada. Benim için bakınca hepsinden önemlisi mekân. Ben nerede anlatıyorum? Beyoğlunda bir ev mi, Sivas mı, Diyarbakır mı, Diyarbakır’daysa ne? Şehrin hafızasını yok etmek için yapılmış yirmi katlı bir bina mı yoksa direnen bir köy evi mi? O mekân bize ne söylüyor? Ve o mekânda yaşayan insanlar, o mekâna kattıkları objelerle, duvarları boyadığı renkle, çizdiği resimlerle bize ne söylüyor? Hep buradan yola çıkmaya başlıyorum. Sonra karakter eklemleniyor ve dolaşmaya başlıyor. Benim bu senaryoya tutulma sebebim de buydu diyebilirim. Çok basit. Çünkü taşrada bir köy okulunda geçmediği için. Sürekli taşrada suçlu arama hikâyelerinden çok sıkıldım. Şehirde, en lüks alışveriş merkezinde, orada, burada hepsi geziniyor. Dolayısıyla soruya cevabım mekânın kendisi olacak. 


Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik'in On Saniye filminin afişi.

Kurmaca mı belgesel mi? 

Büyük konuşmak istemiyorum ama artık belgesel yapmayacağım sanırım. Kurmacadan gideceğim gibi görünüyor. Çünkü daha az yıpratıcı kesinlikle. 15+’nın (Ceylan Özgün Özçelik, Türkiye, 2022) festival sürecini hatırlıyorum. Üzüntüm bitmiyor. Çünkü birebir olmasa bile ben de yaşadım o kadınların yaşadıklarını. Onlarla birlikte geriye gidiyorsun. Bir yandan bunu sürekli konuşmaya başlıyorsun. Yıllarca o filmi yapıyorsun, yıllarca o filmi konuşuyorsun. Sonra göstermeye başladığında hem kişisel bir film yapmış oluyorsunuz hem de pek çok insanın ortak ya da benzer sesi olmaya başlıyorsun. Omuzların yükle doluyor ve sürekli duygusal bir bulutun içindesin. Bu filmde inanılmaz rahatım. Çünkü o kadar büyük bir sorumluluğum yok. Her yerde İpek ve Yasemin gibi örnekler var ama gerçek değil en temelde. Benim çalıştıklarım oyuncular. Belgeseldeki o sorumluluk başka. On Saniye’nin cast sürecinden hemen önce belgeselin post prodüksiyonu bitmek üzereydi. Bir kısmını birlikte yürütmek zorunda kaldım. O filmin çalışması bitmek üzereyken bu filmin çok temel çalışması yapılıyordu. Eş zamanlı gittim. Aşırı fark ediyordu. Belgesele göre daha fazla satır arasını didikliyorsun kurmacada. Belgesel daha anlık gelişiyor. Hesaplı kitaplı değil her anlamda. Diğer tarafta biliyorsun ki sen istediğin gibi değiştirebilirsin. Ya da geri dönebilirsin ve bambaşka bir malzemeye başlayabilirsin. Sana bu alanı veriyor kurmaca. Veri açısından belgeselde de bir sürü ham görüntü var ama kurmaya çalıştığın dilde o kadar oyunbaz olamıyorsun. Bir sorumluluğun var. O duygu asla bitmiyor. Senin gerçek insanlara karşı sorumluluğun var. Nokta. 


Teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

 

¹ MacGuffin, olay örgüsü ve karakterlerin motivasyonu için gerekli olan, izleyiciyi yakalamak için beliren ancak kendisi önemsiz, anlamsız ya da alakasız olan bir nesne, cihaz veya olaydır.

² DIT: Digital imaging technician

 

Bu söyleşinin editör versiyonu ilk olarak 2 Ekim 2024 tarihinde artfulliving.com.tr adresinde yayınlanmıştır.

43 views

Commenti


I commenti sono stati disattivati.
bottom of page