Kızılay durağında metrodan indik. Necatibey Caddesi çıkışından çıkıp cadde boyunca yürüdük. Cuma akşamı olduğu için sokaklar kalabalıktı. Kalabalığın ağırlığı sokakların dengesini bozuyor gibiydi ya da ben çok küçüktüm; mekanlar, binalar, ışıklar büyük geliyordu. Önümüzden tersi istikamette gelip geçenlerin çoğu benim yaşlarımdaydı; belki biraz küçük belki biraz büyük. Çocuk olmasına çocuktular ama yine de bana çocuk gibi görünmüyorlardı. Beni ürkütüyordu. O an neden ürktüğüm konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Beni tanıdıkları için mi ürkmüştüm yoksa kalabalıkta kaybolacağım endişesi mi geliyordu emin değilim. Ama beni çok fazla tanıyorlardı. Öte yandan, uzun yıllar sonra kavramaya başladığım haliyle beni hiç mi hiç tanımıyorlardı. Ne isterseniz, kimi isterseniz herkes orada gibiydi: Yürüyüşler, sesler, gülüşmeler, bir an için öndekinin ayakkabısına değenler… Onlar bana ne kadar uzaksa, onlara da o kadar uzak, o kadar hayal edilemez birbirlerine ödünç verilmiş gibiydi ifadeleri. Hepsi birbirine benziyordu. Acelesi olanlar ya da olmayanlar, hangisi gerçek hangisi sahte belli değildi. Öylesine bir özgürlük vardı sanki caddenin üzerinde, hiç bir şeye inanmadıklarına inanıyorlardı. Köprünün altından geçiyorduk. Köprünün köşesinde kör, orta yaşın üzerinde bir adamın önünden geçtik. Onu bütün çocukluğum boyunca görmüş gibiydim; öyle tanıyordum. Azıcık ileride birkaç çocuk. Koşturan birkaç kadın. İlerlerken bir yandan da kadınların yüzlerindeki ifadeleri çözmeye çalıştım. Yorgun görünüyorlardı; caddenin bu kahkahası kimden ya da nerden geliyordu öyleyse?
Nihayet Derya Sineması’nın önünde durduk. Çoğu cuma günleri aklımda bir filmle gitmezdik sinemaya. Bekleme süresi hesaba katılarak en yakın zamanlı seanslardan benim için uygun olan bir seçim yapılırdı. Dikdörtgen bir lobisi vardı sinemanın ve o lobi içinde iki yan duvarda posterler karşılardı ziyaretçileri. Zemini kırmızı, dış kısımlarda yeşil şeritlerle çevrili ve inanılmaz yumuşak bir halıdan olan sinemanın sizi büyüsüne inandırmak üzere hazırlanmış küçük numaraları var gibiydi. Ferda Abla böyle zamanların kurtarıcısıydı. 15-20 dakika sonra gösterimde olacak bir filme biletlerimizi hızlıca kesti. Benim yaşlarımda bir çocuğun hikayesini anlatıyormuş. Pembe Hayat ile bu ilk tanışmamızdı. Filmi takip etmem çok zordu. Tek hatırladığım minik kızın bir mücadelesi olduğuydu. Tek hatırladığım ve belki de onunla özdeşlik kurduğum sahne, annesinin bütün ikazlarına rağmen küçük kızın kıyafetleri giyme biçimiydi. Şanslıydım, annem hiç ikaz etmezdi bana. Hatta izin verirdi; ta ki onun ve benim bildiğim derinlikte bir üçüncü yüzmek isteyene kadar.
***
Balkonumuz uzunlamasına ve sonsuzluğa uzanıyor gibiydi. Mindere oturdum ve demirlerin arasından caddeden geçenleri izlemeye koyuldum. Babamın dizine dayandım. Akşam saatleriydi; çok geç ya da çok erken değildi. Güneş yeni batmamıştı ama karanlıkta öyle derin değildi. Sokak hala kalabalıktı. Müthiş bir sakinlik vardı üzerimde ve içimdeki bir şeylerin kıpırdadığı zamanlardandı. Bir şeyler daha gerçek görünmeye başlıyordu. Daha önce gerçekliği kabul etmiyordum demek istemedim ama şimdi bir bakıma onunla yalnız kalmıştık. Işıkların hepsi yanmıyor, hafif bir ışık ayak ucumuzdan bize doğru sokuluyor.
Sokaktan gelen sesleri ve karşı apartmanın dairesinden gelen müziği dinliyordum. Babamın eli başımda. Her şey sanki birbiriyle anlaşmalı, aralarında bir bağlantı var gibiydi. Sokağın sesleri, karşı dairenin çocuğu, babamın eli, ışık ve mutfaktan gelen sesler. Zamanın içinde donmuş ve orada bir yerde kalmış bir resim gibiydik. Sanki benden önce ve benden sonra hep aynı şeyler kendini tekrar ediyor gibiydi. Babalar ve çocukları. Bir yere varmadığı gibi basit de olmayan bu şeyi oraya buraya çekiştirmek olmaz. Kendiliğimizi yeterince tanımıyoruz hem. Gizemi bilmediğimizi bilmek en makul yoldur bence. Hiç değilse sizin içinizde gelişir, büyür ve siz de onunla birlikte gelişirsiniz. Oysa günümüzde herkes her şeyi biliyor. Belki de bundandır, çoğu kişi özellikle sizin gibi olmayanlar bunalıma saplanıyor, orada yaşıyor ve bundan size de bir pay düşüyor.
İnsanlar gariptir. Bir şeyler yolunu çizmeden ya da yürümeden evvel sanki her şeyi, ne olacağını ya da nereye varacağını biliyor gibisinizdir. Açıkçası kesinlikle bilirsiniz bunun ne olduğunu. Bunu kendinize itiraf etmeye zaman ya da fırsat bulamamışsınızdır, hepsi bu; o an ve mekanda da hiç zamanınız kalmamıştır artık. Babamın suratı, tarif edemeyeceğim bir biçimde değişti. Yüzü birden donmuş bir kış sabahı gibi sert ve keskin çizgilerle dolup taştı. Yüzünün bütün ayrıntıları, kavisleri, kırışıklıkları korkan bir kirpinin sırtı gibi açıldı, sivrildi. Gözleri kapkaraydı. Gafil avlanmış ve çaresizce bekliyordu; zaten bilinmekte olan şeyin dile getirilmesini, gerçeğe yuvarlanmasını, küsüratların ortadan kalkmasını bekliyordu. Sağa, sola ya da yukarı bakmadım. Babamı görmedim ama kapının kolundaydı sanki.
Bu makale ilk olarak 26 Haziran 2021 tarihinde filmloverss web sitesinde yayınlanmıştır.
Comments