Kübra Uzun’un yeni EP’si Jülyet's Habanera (Aşk Hırçın Bir Kuştur)’da başrol koltuğuna oturan Dikiz Jülyet, Georges Bizet'in Carmen operasında yer alan “Habanera” adlı ünlü aryaya dürbünü ile göz kırpıyor. Şarkının ana kaydı dışında BasicDisarm, Jtamul, Kuman ve Mx. Sür imzalı şahane düzenlemeleri olan EP, dinleyenlerin kendilerine dair bir şeyleri görecekleri esnek bir zemine yerleşiyor.
Kaybolmanın büyüsü üzerine
Bazı sözler çok güçlüdür. O sözleri sarıp sarmalayan, yollarını sanki öteden beri gözlüyormuş gibi sözden çok öne çıkan, atlayan, zıplayan satır araları ise siz o sözleri zamansız kaybetseniz, uğurlamış olsanız bile bir yerlerde belirir, dönen durur, bir an için önünüze düşüverir. Hem de öyle hiç beklemediğiniz zamanlarda. Usta besteci Bizet’in cinselliği, mekânı ve maço erkekliği ters yüz eden ve meseleyi ikonografik destelerle çok katmanlı hâle sokan Carmen’i tam da beklemediğiniz anlarda o önünüze düşmesi gereken taşlardan biri. Bir tarafta Fransa-Almanya savaşının süregeldiği, diğer yanda eğitim, barınma ve sağlık hakkı gibi hakların yürürlüğe girdiği Üçüncü Cumhuriyet yönetimi (1870 - 1940) döneminde sahnelenmeye başlayan eserin hikâyesi bütün ihtişamı ve başarısını üreticisinin asla görmediği, çok kısa bir süre sahnelendikten sonra dönemin yerleşik opera ve ahlâk anlayışını ihlal ettiği gerekçesiyle sansürlendiği bir giriş yapıyor. Sadece opera sahnesi için değil sayısız mecrada çeşitli uyarlamaları yapılan işin, çekiciliğinin sırrı nedir? Bizet’in bir buçuk asır önce sahneye uyarladığı Carmen “Habanera”, çağını aşan, zamansız; yazar Prosper Mérimée’nin satırlarındaki bütün ayrıntıları ustaca sahneye üfleyen ve haddimizi bir miktar aşarak uyarlamanın uyarlandığı materyali aştığı bir düstura oturuyor. Bizet melodilerine kulak verin: Tınılar, onları duyduğumuz ilk an itibariyle karakterlerinin kafalarının içinde neler olduğunu tam olarak anlatıyor ve bizi de hikâyenin bir parçası hâline getiriyor. Roma’yı ya da Noé’yi hiç dinlememiş olsanız dahi bir yerlerinden tutup sizi dolaştırmasına izin vermeniz muhtemel. Ancak konumuz tabii bu değil.
Carmen’e dönecek olursak yazının en başında aklınıza attığım cinsellik ve erkeklik meselesinin ötesinde Carmen’de başka bir şey daha var: Bizler dinlediğimiz alanın davetkar sarhoşluğuyla onu keşfe çıkarken, karakterlere dair ahlaki tutumlarımızı belirleyen, karar anımıza dair bizim istediğimiz ve “biz”in istediği arasındaki denge ortadan kalkmaya başlıyor.
Aktıkça Akıyor Üzerime
Sözlerini Kübra Uzun’un yazdığı Jülyet’s Habanera tam da bu noktada beliriyor ve sözlerin tıkandığı noktaya aktıkça akıyor. Şarkının ana kaydı dışında BasicDisarm, Jtamul, Kuman ve Mx. Sür imzalı şahane remiksleriyle 12 Mayıs 2022’de tüm dijital platformlardan paylaşılan EP, dinleyenlerin kendilerine dair bir şeyleri görecekleri esnek bir zemine yerleşiyor. Söylediğim yorum için bu nasıl bir şey diye içinizden geçirebilirsiniz; ancak burada kastettiğim şey müzikal hakikati tartışmaktan ya da beğeninin kendisinden ziyade söylenen sözün iliştiği, buluştuğu gediklerde. Victoria dönemi insanının Carmen’i, başıboş bir kadın için kontrol edilemez bir tutkuyla mahvolmuş, ahlaki açıdan dürüst bir adamın hikâyesi olarak görmesi muhtemelken, daha ileri bir dönemde ataerkil bir toplumda kendi cinsel kaderini belirleyen mücadeleci bir kadının hikâyesi olarak okumak mümkün. Yansımanın kaçınılmaz ivmesi işte burada başlıyor. Tarihin insanların bedenleri yoluyla anlatılan bir şey olduğunu yadsımak ne mümkün! Hadi daha az fancy bir şeyle devam edelim: Az evvel verdiğim farklı iki döneme ait iki ayrı örnek, kendi içinde tutarlı ve kesinlikle başarılı bir drama işlevi görüyor. Carmen’in benzersiz sızma potansiyellerinden biri burada beliriyor. Olasılıkları çoktur ve her birine baktığımızda hatasız, doğru, biçim olarak esnetilebilir alanlar görürüz. Carmen Jones (1943) bizi İkinci Dünya Savaşı sırasında siyah Amerika’ya götürüyor; Matthew Bourne’un uyarlaması The Car Man (2000) ise biçimsel olarak daha sert mekân ve karakterin keskin dönüşler geçirdiği bir evrene aralık açıyor. Çok fazla uyarlama var ve her bir yeni uyarlama ile köşeden size göz kırpan bir Carmen ama kendi potansiyelini müthiş gerçekçi bir yerden sunan bir çeşitlilik söz konusu. Jülyet’s Habanera ise hep genç ve güzel kalacak lubunyalara bir armağan. Kalıbına sığmayan aşıklar için bir Carmen uyarlaması. İçinden ateş geçiyor. Carmen ateşli bir karakter zaten diyeceksiniz. Jülyet’in hikâyesi tam bir roller-coaster. Aslında oldukça trajik olan hikâyenin kahramanı 2022 yılında ona verilen lanetini sahipleniyor ve cazibesi kısmen manipülatif değerlere indirilen bir anlatıyı daha doğrudan, görünen yerlerden ilmek ilmek dokumaya başlıyor. Karşımızda artık zayıf, küçük, kendiliği bir şeylere bağlı, saklı, içten içe suçluluğuyla hemhâl bir Carmen yok. Karakterin var olan bütün aşk parodisi ve kaderci hâlleri Jülyet’in masasında bambaşka bir şeye dönüşüyor. Ne bu başka olan şey? Olayın kendisinden çok kaderciliği büyük bir “trajik kusur” hâline gelen karakter “...Ne sandın sen?...” derken, artık hikâyesini baştan sona okumuş ve dersine çalışmış bir karakter olarak yemek masasına oturuyor. Akan şeyler doluyor, doldukça hafiflik işte burada beliriyor.
Dokunmanın Hafifliği
Olasılıkların bizi çokça beslediği bir dönemden geçiyoruz. Sürekli bir şeyler üretiliyor. Bu olasılıklarla ve muhteşem çeşitlilikle çevrili bir çemberin içinde özellikle günümüz üretiminin kaçınılmaz dertlerinden birini eminim hepimiz yaşıyoruz: Bir şeyler kaçırıyorum. Bu noktada dinlediğimiz, izlediğimiz, okuduğumuz şeylerin ruhu onunla dans edebildiğimiz oranda değer kazanıyor. Dikkat, burada bir işin değeri ya da niteliğinden bahsetmiyorum. Bahsettiğim şey daha koşullu tüketim üzerine. Kutudan çıkmasını beklediğimiz açıklayıcı bir reçetenin olmaması durumunda yaşadığımız hüsran hâlleri.
Şimdi Jülyet’s Habanera’yı ve bütün parçaları ilk dinlediğim ana yeniden bir dönüş yapıyorum. Albümü dinledikten sonra aklıma kaçınılmaz biçimde Daryln Hine’ın şiirleri, kenara kıyıya aldığı minik, başı sonu olmayan notları geliyor. En içinizden geçmeyen satırlarda bile “kötü” size, kötü benliğinize dair bir sesleniş vardır. Hine’ın yazınındaki derdi için kötü kardeş, iyi kardeş ve bunların birlikteliği demek doğru olmaz. Şairin meselesi bunların ötesine geçen bir devamlılıktır. Açmaya çalıştığım şey biri olmadan diğerini konuşmanın imkânsızlığıdır. Onunla yaşamak, onunla konuşmak, onunla sevişmek, onunla kavga etmek. Dolayısıyla hakikati bir tekdüzelikten çıkarmış oluruz. Yayımlanan EP’de her bir düzenlemeye baktığınızda (Mx. Sür, Jtamul, BasicDsarm, Kuman) bildiğiniz ama bilmediğiniz bir aralığa geçiş yapıyorsunuz. Kübra Uzun’un sözleri üzerine yapılan düzenlemelerde bir ipucu var ama albüm sizi kendi ipuçlarınızı bulmaya davet ediyor.
17. yüzyılda Salem’de düzenlenen cadı mahkemelerini bilirsiniz. O dönem cadıların kirli işlerini “hayaletlerine”, yani metafizik olan, onlara benzeyen varlıklara yaptırdığına inanılıyordu. Örneğin, biri sizi çiftlikte inekleri lanetlerken gördü ve siz o sırada evinizde yatıyor olduğunuzu tanıklarla desteklediniz. Bu durumda kanıtlanan şey masumiyetiniz değil ikinci benliğinizi başka bir yere gönderdiğiniz ve dolayısıyla cadılık belirtisi gösterdiğiniz oluyordu. Jülyet’s Habanera gözle görülür, elle sayılır birkaç cadının elinden çıkma. Ama onlar konuşmaya ve şarkılarını söylemeye başlayınca artık saymanızın mümkün olmadığı bir dolu cadıyla karşılaşıyorsunuz. Hiçbirinin derdi bir şeyleri kanıtlamak değil, aksine öğrenilen kanıtları bozmak ve masada bir tabak daha yer açmak. Dokundukça yeni bir yer. Servis tabağından kim bilir ne çıkar. Ancak o ise başka bir konuşmanın konusu. Siz albüme kulak verin. Yükselin, yükselin sonra yeniden alçalın.
Release: 11.05.2022
Music: Georges Bizet
Lyrics: Kübra Uzun
Mixing: Can Kuman & Çağan Tunalı
Mastering: Can Kuman
Recorded at NoiseIst Records
Album Cover Design: Çiçek Çocuk
Bu makale ilk olarak 1 Haziran 2022 tarihinde artfulliving.com.tr adresinde yayınlanmıştır.
Comments