Arda Asena’nın Ankara Ka Atölye’de devam eden solo sergisi “Karmaşanın İçinde Olasılıklar Oluşturabilmek” / “Forging Possibilities in Chaos” dünya toplumunun dayattığı tek tip bir sınıf, tek tip bir olasılık, tek tip bir var olma anlayışının ötesine çıkmayı, görünmeyen alanın içinden geçmeyi ve geçtiğiniz yerlerden üzerinize takılan şeylerle yeni imkanlar yaratmayı mümkün kılan bir büyüye sahip.
Sergi fotoğrafları: Emirhan Demirel
İç içe geçmiş bir oyun
Hakikat ve özgürlük, kendi kaderini tayin etme (self-determination) ya da özerklik tanınması, karmaşa ya da basitlik her birini açıklamak için aslında bir diğerine ihtiyaç duyduğumuz kavramlar. Ancak bir taraftan bu kavramlar arasındaki bağlantıyı düşünürken sanki bir tanımlama ya da sınırlama olmak zorundaymış gibi bir algımız vardır. Birinin kendi yaşamını belirleme potansiyeline dair şart koyar örneğin: Ne yapacağına, yapmayacağına, neler için acı çekeceğine ya da çekmeyeceğine… Oysaki en özgür olan toplumlar için bile özgürlüğün yeniden yaratılmasına ihtiyaç vardır. Diğer insanlarla birlikte özgür olabilecekken kişisel bir özgürlükten bahsedebilir miyiz? Sanatçı Arda Asena ile işleri ve üretim sürecine dair söyleşi yapmak, sadece sanatçının kurduğu dünyayı ucundan kıyısından anlamamıza aracı olmuyor; aynı zamanda fotoğraf karelerinin dışında kalan alana dair bir şeyler koparmamıza da vesile oluyor. Desek de inanmayın, çünkü Arda bir taraftan işlerini, durduğu yeri ya da sonraki adımlarını öyle çok da açık etmiyor. Merak uyandırıyor çokça. İyi ki de öyle yapıyor.
Sizi çalıştığınız alanda neler tutuyor ve yaratım süreçleri sizin tarafınızda nasıl ilerliyor?
Aslında bu sergide sadece iki medium’a bağlı kalarak işler ürettim. Ama pratiğimde genel olarak dört farklı alandan yararlanıyorum: Fotoğraf, heykel, dokuma ve resim. Bir tür iç gözlem ile başlıyor diyebilirim. İçime baktığım bir süreç… Estetik ve form olarak biraz beden ve doğa merakımla ilgili. Oraya baktığımda tasvir edemediğim ya da tam anlayamadığım hisleri ya da formları biraz aktarmaya başlayarak adımlıyorum. Bu bir fotoğraf ise onu heykele taşıyorum; heykel ise onu dokumaya taşıyorum. Yani hep birbirine bağlı bir şekilde döngü içinde yer alıyorlar. O yüzden başlangıç noktası genel olarak içsel yolculuk ve bedensel tanımaya, anlamaya odaklı.
Seçtiğiniz medium’lar arasında bir ilişkiden bahsettiniz. Sergide yer alan işler özelinde baktığımızda bahsettiklerinizin birbirleriyle kesişen noktaları var ama kullandığınız malzemeler disiplin olarak birbirlerinden çok başka şekillerde karşımıza çıkıyor. Bunları birbirleriyle nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
Genel olarak bir fikri ya da bir temayı farklı medium’larda ya da boyutlarda nasıl aktarabilirim kısmına yoğunlaşıyorum. Yani bu biraz bir derdinin olması, karşı tarafın bu derdi anlamaması ve senin bu derdi farklı farklı biçimlerde anlatma pratiğin gibi. Nasıl daha başka nitelendirebilirim? Sözel olarak aktaramamanın verdiği bir yankı olarak da görmek mümkün.
Yer verdiğiniz işlerin sayısı bakımından küçük ama perspektif ve bütünsel alan içinde baktığımızda oldukça büyük bir sergi. Çeşitli materyaller üzerinden bu işlerin bir araya gelmesi ya da zamansal olarak takip ettikleri süreçler… Bunların her biri hakkında teker teker konuşmak isteriz aslında.
Doğaya merak salmamla başlıyor her şey. Bedene bakış açımı ve zihnimdeki manzarayı tam olarak kimse net bir şekilde bilemiyor ya da göremiyor. Bunu soyut olarak ifade etmek mümkün ama bunun da sınırları çok geniş. Bu nedenle kendimi en rahat, konforlu hissettiğim alanının doğa olduğunu fark ettim. Bu biraz benim çocukluğumdan da geliyor. Bahçeli bir evde büyüdüm. O bahçede bir sürü büyük ağaçlar vardı ve orası aslında hem kimliğimle hem de kişisel olarak kendimi güvende hissettiğim bir yerdi. Genel olarak zaten bu sergide seyircinin kendini konumlandırdığı yerle de biraz oynamak istedim. Birey ile toplum arasındaki ilişkinin dinamiğini de kurcalayan bir sergi bu. Sen bir izleyici olarak müdahaleci bir yerden mi yoksa özne ile eşleştiğin bir yerden mi konumlandırıyorsun kendini? İşler ile seyirci arasındaki potansiyel nerede ve bunu izleyici arıyor mu? Anlattığım hatıralara dönersem, doğa ile kurduğum ilişki işlerimle kurduğum ilişkiyi, malzemeyle kurduğum ilişkiyi etkiledi. Çocukluk yıllarımdan beri fotoğraf çekiyorum. Her zaman bir doğa teması vardı.
Bunlar ne zaman birleştiler?
Çok seneler sonra… Portreler örneğin hep var ama hiçbir zaman bir portrede doğayı aynı an içinde çekmem mesela. Hepsi çok farklı ama aradığım şey hep aynı. Gerek beden için, gerek doğa için… Biraz çünkü bedeni de doğanın bir parçası, doğayı da bedenin bir parçası olarak görüyorum. Onlar kafamda hep birlikte, kol kola ilerliyorlar.
Malzeme, eser ve mesajın bağlantılı olması üzerinden izleyicinin sanatçı ve ürettiği iş ile kurduğu ilişkiye dair ne düşünüyorsunuz? Yani kafanızda arzu ettiğiniz o buluşmayı seyirci ile yaşamış oluyor musunuz?
Kurmak istiyorum ama tamamen de seyirciye vermiyorum bu kurguyu. Daha evvel benimle paylaştığın olası sorular arasında ”bakış boşluğu” üzerine bir sorun vardı. Hatta şu an biraz da ona bağlayabilirim: Fotoğraflar arasında bakış boşluğu ile kurduğum ilişki biraz böyle. Kendi içsel yolculuğumda yine kendim için kaçtığım, kendime özel alan/alanlar yarattığım bir aralık oluyor. Çünkü bireyler olarak toplum tarafından devamlı mercek altındayız ve o yüzden söyleşinin en başında ‘seyircinin görmek istediği alanla alakalı’ demeye çalışmıştım. Bu fotoğraflara daha müdahaleci bir yerden mi bakıyorsun, yoksa aslında sen o öznenin bakış boşluğunda görünmeyen alanın potansiyeline ulaşmak için mi bakıyorsun? Orada bir karmaşa da olabilir. Soru bana geldiğinde beni de yeniden çok düşündürdü. Bu nedenle teşekkür ederim. O kısma dair ipucu olabilecek şeyleri seyirciye vermeyi istedim ama çok da değil. ‘‘Hazır, al buyur’’ demek yerine onunla oyun oynamak istedim. Hem kendiliğinden hem de istemli olarak gelişti diyebilirim. Portrelerin hiçbirinde seyirciyle bir göz teması yoktu. Ama zaman içinde genel olarak kendi fotoğraflarıma baktığımda istemsiz olarak bu kareleri yakaladığımı fark ettim.
İşlerinizde inanılmaz bir oyun var. İşlerinize konu olan öznelerle de böyle ilişkilendiğinizi söyleyebilir miyiz? Sizin kafanızda başlayan bir oyun bir sonraki aşamada, gördüğünüz öznelerin ve objelerin içinde de başlıyor gibi.
Aynen. Özneyi özneselleştirmek gibi…
Çünkü ister istemez, ”Arda’nın kadrajına girenler acaba bu oyunun farkında mı yoksa işin estetiği üzerinden bir manipülasyon mu var” diye düşündürüyor.
Bu da bir oyun aslında. Yaklaşım ve devamlılık açısından hepimiz bir oyun oynuyoruz. Çünkü fotoğrafın tarihine bakıldığında, onun kendi doğasına indiğimizde biraz müdahaleci bir pratik. Özneyi bir anda yakalamak. O yüzden mümkün olduğunda daha kolektif bir yaklaşımla ilerlemeyi tercih ediyorum.
Peki son sorunuz geliyor: Bizim görmediğimiz o bakış boşluğunda neler olup bitiyor?
Bence orada hem karmaşa hem de olasılık var. Çünkü biri olmadan diğeri de olamıyor. Biraz kendimden yola çıkarak bunu söyledim. Bu iki kavram birbirini çekebiliyor. O bakış boşluğunda aslında belki özne karmaşayla belki de ihtimallerle yüzleşiyor. Ya da bunlardan birisini yaratıyor. İki ucu birlikte tutmayı ve yarattıkları nüansı içimizde yaşayabilmeyi (içimde bir yerde böyle yaşamak istediğim için aslında) seviyorum. Tek tip olması bana hiç cazip gelmiyor.
Çok teşekkür ederiz. Şahane, çokça düşündüren, muhtemelen uzunca bir süre daha düşüneceğimiz bir söyleşi oldu.
Aynı şekilde, ben de çok teşekkür ederim.
Sergi 1 Nisan - 28 Mayıs 2023 tarihleri arasında Ankara’da bulunan Ka Görsel Kültür ve Sanatsal Düşünce için Mekan'da ziyarete açıktı.
Bu söyleşi ilk olarak 18 Mayıs 2023 tarihinde dadanizm.com adresinde yayınlanmıştır.
Commentaires