top of page
Writer's pictureZekican Sarısoy

Heartstopper üçüncü sezon

Updated: Oct 7

Yazar Alice Oseman’ın grafik romanından uyarlanan Heartstopper (Andy Newbery, Birleşik Krallık, 2024) üçüncü sezonuyla şimdi Netflix’te yayında. Dizinin bu sezonunda yönetmen koltuğunda geçmiş iki sezonun yönetmenliğini yapan Euros Lyn yerine Andy Newbery oturuyor. 

Bu makale dizinin üçünce sezonuna dair bir inceleme sunuyor.


Heartstopper dizisinin üçüncü sezonu için oyuncuları kamera karşısında.
 

Dikkat: Makale dizinin önemli gelişmelerini açık edebilir.

 

Sarıldığım yerden çiçekler açıyor

Alice Osemann bir yazar olarak yarattığı dünyanın sınırlarında bir lunapark hikâyesi sunuyormuş gibi görünse bile sunduğu evrenin bir inceliği var. Olması gereken kapsayıcı bir dünya hayalinin hikâyesi Heartstopper. Dünyanın nefret ve öfkeyle dolu olduğu bir noktada başka bir ihtimalin mümkünlüğü üzerine. Nefes almamız için bir vaha. Bildiğimiz bir yerde bilmediğimiz bir yerin güvenini taşıyor. Üstelik bunu çocukların ve ergenlerin dünyası üzerinden anlatmak gibi bir zorluğu var. Üçüncü sezon ana karakterlerin ikinci sezonda gerçekleştirdikleri Paris gezisinin sonrasına denk düşüyor. Artık bir miktar daha büyüyen karakterler bir üniversite hazırlık sürecinin eşiğinde. Toplam sekiz bölümden oluşan dizinin bu sezonu, çeşitli başlıklar üzerinden bir şeyleri kabul etme ve onlarla yaşamaya hazır olma hâllerini merkezine alıyor. 


Arkadaşlık, yoldaşlık, seni anlayan insanlarla yürümek ne kıymetli bir şey. Sana çelme takanlarla yürümek de öyle. Oradan kalkmak ya da kalkmamak, kiminle ya da kimlerle, kendimizle ya da bir başkasıyla kalkmak bir tercih meselesi oluyor. İyileşmek ya da iyileşmeye direnmek de öyle. Belli bir zamanı var çünkü. Dizi her öznenin nasıl değerli olduğunu tekrar tekrar gösteriyor üçüncü sezonunda. İyi ki de öyle yapıyor. İnsan aklı kategorize etmeye ya da benzerlikler kurmaya çok müsait. O noktada birden fazla şeyin arasındaki ilişkiyi çözelim derken aynılaştırma tuzağına düşeriz. Aynı olay ya da durumla karşılaşsak bile içinde yaşadığımız binbir yan yol var. Dolaştığımız o yan yolların aynı anda her birinde bir parçamızın olması sanki hangi yolda olduğumuzu zaman zaman unutturuyor. Zamanın doğrusallığının büyüsüne kapılıyoruz. Burada kastettiğimiz şey iyimser bir yerden değil aslında. Farkında olmadan ve bazen bile isteye unuttuğumuz yerlerin açıldığı noktada yaşadığımız şaşkınlıkla ilgili. Dizinin her bir bölümü merkeze aldığı ve problemleştirdiği bir meseleyi bir karakter ve bu karakterin çevresindeki şimdi ve dün üzerinden irdeleyen bir matematikle ilerliyor. Projeye dair en büyük eleştirimiz tam da burada geliyor. Her zaman her şeyi makul şekilde çözmek ya da bir sonuca vardırmak zorunda değiliz. Hikâyenin içinde her bir sorun ya da yas süreci, ‘bu doğru değil’, ‘o hlde bunu çözmen gerekiyor’ denilerek bir amaç-sonuca indirgeniyor. Bu toz pembe dünyanın içinde yolculuğun devam etmesi için başat aksiyom bir sorun ve bu sorunu çözmekle görevli karakterin kendisi oluyor. Şefkatli bir çembere duyduğumuz ihtiyacı her fırsatta dile getiren üçüncü sezon, ister istemez sorunları olan bir birey olarak bu çözümü sunmadığında sana ne olacağı konusunda endişelendiriyor. Charlie (Joe Locke) bu sezonda bir yeme bozukluğu süreci yaşıyor ve bunun çözümü için bir terapi süreci başlıyor. İyileşmeye doğru bir adım atıyor. Aynı iyileşme belki de hayatı boyunca trans dışlayıcı söylemlerle mücadele edecek Elle (Yasmin Finney) için mümkün mü? Oseman’ın genç yetişkin edebiyat için kurduğu dünya, karakterleri aracılığıyla genç okurlarına ilişkilerimizin devamlılığı için gerekli öğütleri veriyor ya da sosyal normların gerekliliklerini sunuyor gibi görünüyor. Ancak işlediği motif hata yapmanın taşıdığı yükle onları ve bizi baş başa bırakıyor. Mevcut mutluluğu bozan o kişi olma potansiyelini taşıyorken bir sorunun kendisini açmak nasıl mümkün olabilir? 


Bu hikâyeyi ana akım mevcut işlerin tuzağına yine yeniden düştüğü hâliyle değil de başkaca bir yerden izlemeyi tercih ederdik keza. Dünyada etnik azınlık ya da göçmen olmanın her türlü şiddete açık bir özne olmakla eşdeğer olduğu bir Dünya hâlinden geçerken, ana karakterler Nick ve Charlie’nin beyaz Britanyalı çocuklar olması bir tercih meselesi. Çevreye serpiştirilen renkli insanların niyesi ya da nasılında değiliz. Onlar zaten hep var. Anlatıcının hikâyeyi kimler için yaptığı bir tarafa, muhtemelen şu hâliyle söyleyeceği şey şu olurdu: Bilmediğim bir hikayeyi anlatmak istemedim ya da sırf bunu öne çıkarmak için koysaydım içten olmayacaktı. Aslında o hâliyle bambaşka ve belki daha zengin bir şey olacaktı. them’den Jaime Woo’nun kaleme aldığı 2022 tarihli makaleye bakmak aradan geçen iki yılı göz önünde bulundurunca düşünmenin seyri açısından oldukça kıymetli.


Frankie Cosmos’un (Greta Simone Kline) 2018’de yayınladığı Vessel albümünden “Duet” ile dizinin hikâyesiyle oldukça iç içe geçen başarılı müzik işbirliğini son olarak anmakta fayda var. Hakikaten her bir parça onu o yaş grubundaki bir çocuğun seçtiğine ikna olduğumuz bir algı yaratıyor. Hikâyeyle o parçanın örtüşmesi ya da bir olayın serim ve düğümü arasında köprüler kurması bir yana başarılı bir müzik ekibi işi. Projenin en başından beri supervisor olan, işlerini çok sevdiğimiz besteci Matt Biffa’nın ve bütün müzik departmanının çıkardığı işe duyduğumuz övgüyü teslim etmek gerekiyor. Her bir bölümün hikâye özelinde sunduğu temanın aksi bir yerinden yakalıyor müzikleri. Yani görmediğimiz alanları dolduruyor. Derdi konvansiyonel bir durum tespiti yapmak ya da dramatik yapıyı güçlendirmek asla değil. Zekice bir karşılaşmanın kişisi ya da olayı yerine sizi yani izleyiciyi karşılaşacağınız şeyin melodisiyle baş başa bırakıyor.


50 views

Comentarios


Los comentarios se han desactivado.
bottom of page