30. Saraybosna Film Festivali'nde öne çıkan başlıklardan yola çıkarak festival programına dair izlenimlerimizi derledik.
Bu yıl 30. kez düzenlenen Saraybosna Film Festivali Balkanların en önemli film festivallerinden biri olarak kabul görüyor. Nitekim de öyle. Özellikle bu bölgenin filmlerini, yeni projelerini ve bu bölgede yaşayan sinema alanında çalışan genç isimleri desteklemesi ve görünür kılması açısından önemli. Küçük bir şehirde, o şehrin hikâyesinden kopmayan festival, etkileşim kurmaya, dokunmaya ve birlikte düşünmeye duyulan ihtiyacı hissettiriyor.
Cord Jefferson, Meg Ryan, Elia Suleiman…
Festivalin güzel seçkisinin yanında masterclass oturumları da festivali takip edenlerin her sene olduğu gibi ilgi odağı oldu. Festival bu sene yazar-yönetmen Cord Jefferson, oyuncu Meg Ryan, yönetmen-oyuncu Elia Suleiman, oyuncu-yapımcı John Turturro ve yönetmen-senarist Alexander Payne’i ağırladı.
Bosna Kültür Merkezi’nde festival haftası boyunca her sabah saat 10.00’da gerçekleşen buluşmalar, sinema dünyasına adım atma, üretim metotları ve serüvenlerini görmek açısından ilgi çekiciydi. Ama masterclass olmaktan ziyade daha çok sohbet ve söyleşi havasındaydı. Özellikle masterclass'ları takip eden kitleyi göz önünde bulundurarak, faydalı öneriler, hayat kurtaran formüller ya da deneme yanılma yoluyla edinilen bilgileri görmek güzel olabilirdi. Dinleyen kitlenin festival takipçilerinin yanında sinemanın farklı alanlarında çalışan profesyoneller olduğu düşünülünce, bu “sohbetlerin” daha faydacı şekilde kurgulanması katılımcılar ile dinleyiciler arasındaki mesafeyi de azaltacaktır.
Festivalin ilk masterclass konuğu bu sene American Fiction (Cord Jefferson, ABD, 2023) En İyi Uyarlama Senaryo Oscar'ını kazanan Cord Jefferson oldu. Yönetmen Jefferson, American Fiction’ın hikâyesinden yola çıkarak kendi hikâye yaratım süreci, karakter seçimleri ve çatışma kurmak için kullandığı metotları dinleyicilerle paylaştı.
Festivalin ikinci masterclass konuğu bu sene The Holdovers (Alexander Payne, ABD, 2023) ile En İyi Yardımcı Kadın oyuncu Oscar'ını kazanan, yönetmen Alexander Payne’di. Bu masterclass bir miktar hayal kırıklığı oldu. Sohbetin kolaylaştırıcılığını yapan yazar Ennis Cehic ile konuk arasında soruların asla açılmadığı ve uzunca bir süre ‘evet’ ya da ‘hayır’ üzerine akan bir sohbetti.
Festivalin üçüncü masterclass konuğu bu sene festivalin bir retrospektif programla karşıladığı, Filistinli yönetmen ve oyuncu Elia Suleiman olurken, dördüncü masterclass konuğu Melekler Şehri (City of Angels, Brad Silberling, ABD, 1998) ve Sevginin Bağladıkları (Sleepless in Seattle, Nora Ephron, ABD, 1993) filmleriyle hafızalara kazınan Meg Ryan oldu. Festivalin son masterclass konuğu ise John Turturro’ydu.
Özellikle Elia Suleiman buluşmasında yönetmen hakkında çıkan arama kararı, İsrail Hükümeti’nin döneminde açtığı dava, yersiz yurtsuz bir yönetmen olması ama üretmeye devam etmesi üzerine bir şeyler dinlemeyi çok isterdik.
Ana Yarışma filmleri
Uzun Metraj Film Yarışması programında bu sene sekiz film yarıştı. En İyi Film ödülüne Three Kilometers to The End of The World (Emanuel Parvu, Romanya, 2024) layık görüldü. En İyi Yönetmen Arcadia (Yorgos Zois, Yunanistan/Bulgaristan/ABD, 2024) ile Yorgos Zois olurken; En İyi Kadın Oyuncu The Village Next to Paradise (Mo Harawe, Avusturya/Fransa/Almanya, 2024) ile Anab Ahmed İbrahim oldu. En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü ise Holy Week (Andrei Cohn, Romanya/İsviçre, 2024) ile Doru Bem kazandı.
Seçki filmlerinden Dwelling Among the Gods (Vuk Ršumović, Sırbistan/Hırvatistan/İtalya, 2024) dünya prömiyerini yaparken, Family Therapy (Sonja Prosenc, Slovenya/İtalya/Hırvatistan, 2024) Avrupa prömiyerini yaptı. Gürcistan/Hollanda ortak yapımı Holy Electricity (Tato Kotetishvili, Gürcistan/Hollanda, 2024) yarışmanın öne çıkan filmlerinden biriydi. Kapı kapı gezerek aşka ve arkadaşlığa açılan film, genç Gonga (Nika Gongadze) ve kuzeni Bart’ın (Nikolo Ghviniashvili) buldukları bir fikir üzerinden olay örgüsünü kuruyor: Bir sandıkla gelen paslı haçları boyayarak ve onları ışıklandırarak insanlara pazarlamak. Bu enfes fikir Tiflis ve çevresindeki banliyölere ve ardından burada yaşayan insanların evlerine, iş yerlerine dahil olmaya doğru genişleyen bir keşif sürecine dönüşüyor. Açılan ya da kapanan her kapı bölgenin kültürüne, insan ilişkilerine, arzuya, hislere dair düşünmeye çağırıyor. Programın diğer öne çıkan filmlerinden Family Therapy varlıklı bir ailenin, şehir hayatından uzak, ayrıcalıklı yaşantısını merkeze alıyor. Trajikomik ve kara komedi nüanslarından çokça yararlanan bu film, daha açılış sekansında üç kişilik bir aileye dördüncü kişiyi dahil ederek izleyicisine uzun sürecek bir yolculukta onları nelerin beklediğine dair koşullandırıyor. Filmin en güçlü kaslarından biri ses tasarımı olurken, diğeri ise sanat yönetimi oluyor.
Romanya yapımı Holy Week ve Ukrayna yapımı The Editorial Office (Roman Bondarchuk, Ukrayna/Almanya/Slovakya, 2024) bu bölümün şansı en düşük iki filmiydi. Yirminci yüzyılın başlarında Romanya kırsalında geçen film, Yahudi hancı Leiba (Doru Bem) ve Hıristiyan çalışan Gheorghe (Ciprian Chiriches) arasındaki gerilimi merkeze alıyor. İkili arasındaki çatışma kasabanın geneline yayılınca bir kovalamaca başlıyor. Başrol oyuncusu Doru Bem’in dikkat çeken oyunculuğuna rağmen film çözülemeyen olaylar silsilesine dönüşüyor. Öte yandan rahatsız edici şekilde yoğun AI ve CGI kullanımıyla öne çıkan The Editorial Office, tercihleri itibariyle bir şeyler deneyen ve bunları neden ya da niye denediğini asla bulamayan, izlemesi ve takip etmesi oldukça zor bir sinema deneyimi. Bu sene Cannes Ana Yarışmada gösterilen ve Kuir Palmiye ile dönen Three Kilometres to The End Of The World yarışmanın umut vadeden filmlerinden biriydi. Ancak filme dair en büyük eleştirimiz, filmin dünyası bir pinpon misali ileri geri sıçramalarla kurgulandığı için bir noktada takip ettiği meseleyi kaybediyor.
Bu sene Cannes Ana Yarışmada gösterilen ve Kuir Palmiye ile dönen Three Kilometres to The End Of The World yarışmanın umut vadeden filmlerinden biri oldu. Ancak filme dair en büyük eleştirimiz, filmin dünyası bir pinpon misali ileri geri sıçramalarla kurgulandığı için bir noktada takip ettiği meseleyi kaybediyor. Filmin matematiği bir sonraki adımı göremediğimiz; o kısmın bilinçli ya da değil kapalı olarak sunulduğu bir ritmi tercih ediyor. Hikâye bir yandan aradığı özgürlüğü bulamadığı gibi bunun çabasını verip, vermemek konusunda da izleyiciye çokça soru işareti bırakıyor.
Belgesel Yarışma filmleri
Festivalin bu sene Belgesel Film Yarışması’nda on iki film yarıştı. Yaratıcı direktör Mandy Chang, yönetmen ve festival direktörü Marek Hovorka ve yönetmen, senarist ve yapımcı Wang Xiaoshuai’den oluşan jüri Olga Chernykh’in filmi A Picture to Remember’ı (Olga Chernykh, Ukrayna/Fransa/Almanya, 2024) En İyi Belgesel film seçerken; Norika Sefa’nın yönetmenliğini yaptığı Like a Sick Yellow’u (Norika Sefa, Kosovo, 2024) ise En İyi Kısa Belgesel seçti.
Seçkinin en zayıf filmlerinden birisi, belgeselden ziyade yol üstünde hazır gelmişken bir reklam filmi çekelim gibi basit bir dertten yola çıktığına ikna olduğumuz Biang Biang Express (Nikola Stojanović, Sırbistan/Çin, 2024) oluyor. Bu kısa film Çin’deki lokal üreticileri kadrajına alırken, onları ‘mutlu mesut’ göstermenin ötesine geçmiyor. Oysa bu işçilerin ucuz emek gücüne karşı çıkarak, yakın zamanda iş bırakma grevlerinde ön safları tuttuğu ve pek çoğunun ortadan kaybolduğu ya da ağır cezalar aldığı biliniyor.
The Seagull (David Lušičić, Hırvatistan, 2024) Başkan Tito'nun 1950'lerden 1980'deki ölümüne kadar kullandığı gemi olan "Galeb"in (The Seagull) yeniden inşasına yönelik son girişimi ve ardından Yugoslavya'nın dağılmasını merkezine alıyor. Film, son yolculuğunda yer alan bir subayın tanıklığı aracılığıyla hikâyesini geçmişe atlamalar eşliğinde ele alıyor. Ancak filmin yeterince derinleşmemesi eldeki güzel malzemeyi değersiz bir şeye dönüştürüyor.
Heterotopia (Nikola Nikolić, Sırbistan, 2024) görüntü yönetimi ve araştırdığı, yokladığı imgeler aracılığıyla yedi dakikalık yolculuğunda oldukça başarılı şekilde hikâyesini sunuyor. Kentleşme ve yıkım kültürü ile yeniden yapılanmayı iç içe geçiren film, özü itibariyle deneysel ve belgesel sinemanın arasında bir yerde konumlanıyor. Festivalde Cinsiyet Eşitliğini Teşvik Etmek için Özel Ödül’e layık görülen Cent’anni (Doroteja Prelog, Slovenya/İtalya/Polonya, 2024) belgesel sinemanın geleceğini düşünmek üzerine önemli bir yerde duruyor. Teknik olarak farklı yaklaşımları iç içe geçiren film, iki insanın hayatına gençlik yıllarından başlayarak dahil oluyor. Araya giren oldukça yıkıcı bir hastalık süreci karşısında devam etmenin olanaklarını yokluyor. Günün sonunda ortaya çıkan hikâye, bir deneyim filmi olmaktan öte karakterlerin gelişimini izleyebileceğiniz, zamanı bölen, anı değeri olan şeyleri ele alan ya da almamayı tercih eden bir şeye dönüşüyor. Yönetmenin kendisi ana anlatıcı ve hikâyeyi başından sonuna kadar kaydeden kişi. Bütün süreci kaydetme fikri ise yönetmen Prelog’un partneri Blaz’ın fikri. Dolayısıyla hikâye iki karakterin süreci nasıl ele aldığıyla çok ilintili. Deneysel ve belgesel sinemanın ustalarından Ivan Faktor’ın kişisel hikâyesi Pain (Ivan Faktor, Hırvatistan, 2024) sanatçının parkinson teşhisi sonrasında yaşadıklarını merkeze alıyor. Parkinson ile yaşayan birinin gözünden olup, bitenleri izlediğiniz bir film.
Festivalden ödülle dönen Like a Sick Yellow ne güçlü sesi olan bir iş! İnanılmaz minimal ve kendi kendine yeten bir hikâye. Bir belgesel hikâyeden beklenenin aksine ne olduğuna değil neler olacağına dair düşünmenizi mümkün kılıyor. Tekrarın gücünden yararlanıyor ve sizi meraklandırıyor. Bir şeylerin değişeceğinden korkarken bir şeylerin değiştiğine tanık olmak üzerine.
Between Delicate and Violent (Şirin Bahadır Demirel, Türkiye/Hollanda, 2024) seçkide öne çıkan belgesellerden biri. Film kurmaca dünyanın tekniklerinden çokça yararlanıyor. Ama araştırdığı dünyanın içinde çok fazla soru sorması bir noktada işin büyüsünü kaybetmesine sebep oluyor.
Fragments of Ice (Maria Stoianova, Ukrayna/Norveç, 2024) kişisel olanın politikliği üzerine enfes tadı olan bir iş. İnanılmaz kendine has dokusu olan bu belgesel, geçmişi ve şimdiyi sadece geçmişe ait alanlar üzerinden kurgulama becerisine sahip. 1986-1994 yılları arasında çekilen VHS kaset kayıtları üzerinden hikâyesini anlatan film, yönetmen Stoianova’nın babasını, Mykhailo Stoianov, ödüllü artistik buz pateni sporcusunu merkeze alarak anlattığı bir belgesel.
Loxy (Thanasis Kafetzis/Dimitris Zahos, Yunanistan, 2024) inanılmaz samimi, içten bir bakış açısına sahip bir belgesel. Down sendromu ile yaşayan genç kadın Loxandra’nın tiyatro sahnesinde hayallerini gerçekleştirmesine tanıklık ettiğimiz bir film. Belgesel büyük ölçüde Yunanistan Ulusal Tiyatrosu’nda bir oyunun kadrosuna kabul edilen Loxy’nin o oyun için geçirdiği prova süreci üzerinden hikâyesini genişletiyor. Genç kadının heyecanını, korkularını, endişelerini, flörtlerini, yorgunluğunu tamamen onun gözünden ele alması ve hikâyeyi klişelerden ve zaten bilindik olan köşelerden uzak tutması bu filmi oldukça değerli kılıyor.
Alice On & Off (Isabela Tent, Romanya, 2024) seçkinin teknik ve hikâye olarak en kafası karışık filmlerinden birisi olabilir. Hikâyesinde genç sanatçı bir kadının erken yaşta çocuk sahibi olması ve hayatına devam etme olasılıklarını aramasını vadettese de film, birbirleriyle kavga eden iki yetişkin insanın toksik ilişkisini sunmak dışında bir yere varmıyor. Sistemin öyle ya da böyle dışına ittiği genç bir kadının hikâyesini doğrudan onun gözünden izlemeyi tercih ederdik. Hikâyenin potansiyeli itibariyle anlatacak çok şeyi olduğu aşikâr ama bu şeyler değerlendirilen bir şey olmuyor.
A Picture to Remember (Olga Chernykh, Ukrayna/Fransa/Almanya, 2023) anılar ve rüyalar evreninde bir gezintiye davet ediyor izleyicisini. Film, savaş zamanında bir ailenin bir arada kalması ile devam etmesi arasındaki ikiliğe uzanıyor. Yolunu bulmak için bildiği hikâyeleri çok iyi kullanıyor. Ailenin geçmişi ve mesleki kariyeri hikâyeye gerçekten başka bir boyut katıyor.. Yönetmen buralardaki bilgiyi kendi hikâyesi için inanılmaz yaratıcı bir şeye dönüştürüyor. Boşlukları doldurmak için harika bir seçim. Buluntu görüntüler ve verili bilgiler, örneğin tarihin kendisi iç içe geçiriyor ve sorulan sorular yakın tarihe dair düşündürmenin ötesinde sınır-sınırsızlık meselesini tartışmaya açıyor.
Kısa Yarışma filmleri
Festivalin bu sene Kısa Film Yarışması’nda on dokuz film yarıştı. Yapımcı Anamaria Antoci, yönetmen Flora Anna Buda ve yönetmen ve yapımcı Burak Çevik’ten oluşan jüri Cem Demirer’in yönetmenliğini yaptığı Noksan’ı (Cem Demirer, Türkiye, 2024) En İyi Kısa film seçti.
TikTok_Cowboy (Anastaseu Ștefan, Romanya, 2024) inanılmaz lezzetli bir film olsa da yönetmenin hikâyeye olan hakimiyeti bu ilginç filmi bir adım öteye götüremiyor. Yarışmadaki iki kısa metrajlı animasyon filmden biri olan Elene Dariani (Elene Tavadze, Gürcistan, 2024) büyüleyici detaylarıyla göz kamaştırıyor. Ne büyük bir emeğin ürünü! Yönetmen Tavadze’in bir sonraki işlerini beklemek için iyi bir neden. Ne yazık ki aynı şeyi programdaki diğer animasyon Tako Tsubo (Eva Pedroza/Fanny Sorgo, Avusturya/Almanya, 2024) için söylemek mümkün değil. Tekniği ve hikâye diliyle dikkat çeken kısa film ne yazık ki derinleşemiyor. 77. Cannes Film Festivali’nde ana seçkide yarışan On The Way (Samir Karahoda, Kosovo, 2024) ne incelikli bir film! Yönetmen Karahoda filminde ne söylediğini, neyi işaret ettiğini ve bunun filmle ilişkisini inanılmaz iyi aktaran bir olay örgüsü kuruyor.
Bu sene Cannes’da aynı seçkide yarışan ve En İyi Kısa Film Altın Palmiye ile dönen The Man Who Could Not Remain Silent (Nebojša Slijepčević, Hırvatistan/Fransa/Bulgaristan, 2024) 30. Saraybosna Film Festivali Kısa Metraj Film Yarışması’nın en iyi filmlerinden birisiydi. Yönetmenin kamera hakimiyeti ve daracık bir alanda o alan üzerinden kurduğu gerilim ne usta işi! Başrol oyuncusu Goran Bogdan şahane bir oyunculuk örneği sunuyor. Bir an bile gözünüzü ayıramayacağınız bir kurgu devamlılığına sahip olan bu film, kısa filmlerin geleceğine dair düşündürüyor.
Seçkinin bu sene En İyi Kısa Film Ödülü’nü kazanan filmi Noksan, merak uyandıran motifiyle sinemada yeni yollar aramanın bütün ihtimallerini sunuyor. Başka hiçbir şeye benzemiyor Demirer’in filmi Noksan. Kendine has bir dokusu var.
Bu filmlere dikkat!
Festivalin yan bölümleri keşfetmek için inanılmaz bir yerde duruyor. In Focus bölümü filmlerinden When the Phone Rang (Iva Radivojevic, Sırbistan/ABD, 2024) yönetmenin ikinci filmi. Film, gelen bir telefon çağrısı ile yaşanan travmatik deneyimi merkezine alıyor. Genç kadın Lana, hem bir yakınını hem de ülkesini aynı anda kaybetmenin deneyimini yaşıyor. Varolmayan bir ülkenin hikâyesini yokluyor yönetmen Radivojevic. Yerinden edilme, ulusal kimliğin akışkanlığı ya da bunun mümkünlüğü üzerine bir hikâye When the Phone Rang. Bunu yaparken bir çocuk ya da erken gençlik döneminde bir insan uzun süreli bir yerinden edilme durumuna itiliyor.
Yine aynı seçkideki The Shameless (Konstantin Bojanov, İsviçre/Bulgaristan/Fransa, 2024) yönetmen Bojanov’un kadınları merkezine aldığı bir hikâye. Oldukça zor bir iş; çünkü yönetmen Bulgar ve Hindistan’da bu filmi çekiyor. Polisi öldürdükten sonra Delhi'deki bir genelevden kaçan ve Kuzey Hindistan'daki küçük bir kasabada seks işçilerinden oluşan bir topluluğa sığınan Renuka'nın (Anasuya Sengupta) hikâyesi. Orada, seks işçiliği yapan genç bir kadın olan Devika (Omara) ile gizli bir lezbiyen ilişki yaşıyor. İki kadının dayanışması, erkeklerin ve ailelerin onlara bakış açısı, beyaz batı hikâyelerinin ötesinde kuir bir dayanışmanın ihtimali bu filmi değerli kılıyor. Dışarıdan bilmediği bir coğrafyaya gelen yönetmen olarak Bojanov, hakkını vermek gerekirse oldukça değerli bir iş çıkarıyor.
Daha çok tür sinemasından filmleriyle öne çıkan Kinoscope programında, Fransa banliyölerinden birinde ölümcül ve yayılmacı örümceklerin banliyödeki hayatı tehdit ettiği korku filmi Vermin (Sébastien Vanicek, Fransa, 2023); hayatlarından çıkan yakınları bir anda geri dönen ve ikinci bir şans faktörünü tartışmaya açan film Handling the Undead (Thea Hvistendahl, Norveç/İsveç/Yunanistan, 2024) ve bu sene Locarno Film Festivali’nden En İyi Film Ödülü’yle dönen Toxic (Saule Bliuvaite, Litvanya, 2024) gözden kaçmaması gereken üç film. Toxic, Litvanya’da bir güzellik endüstrisi uzantısının 13 yaşındaki iki modelin bedenlerini nasıl cehenneme çevirdiğinin hikâyesi. Yönetmen Bliuvaite ilk uzun metrajlı filminde kısacık anları içinden geçtikçe yakan ve iz bırakan bir şeye dönüştürüyor. Hollywood filmlerinin yıllardır didiklediği meseleler, Hollywood dışında daha lokal bir yerde içindeki öznelerin de canavarlaştığı bir şeye dönüşüyor.
Yapay zekâ ve sinema ilişkisi
Festival bu sene film programında çok yer vermese de CineLink Industry Days ve Talents Sarajevo büyük oranda AI ve sinema ilişkisine odaklanıyordu. University of Reading’de doçent doktor Dominik Less ile Talents Sarajevo kapsamında 18 ve 19 Ağustos'ta iki ayrı oturumda, bir fikri geliştirmeden filmin nihai haline gelene kadar geçen süreçlerde AI olanaklarından faydalanma; etik üretim mekanizmasına erişim ve AI sınırlarına dair ufuk açıcı iki atölye gerçekleşti. Less’in atölyesinde training data, copyright breachad ve night shade başlıkları üzerine birlikte düşünmek sinemanın geleceğini görmek açısından önemliydi.
Talents Sarajevo’nun bir diğer oturumunda AI, oyun tasarımı ve artırılmış sinematik deneyim alanında yaratıcı yönetmen olarak çalışan Demagog Studio’dan Igor Simić ile bir buluşma gerçekleşti. Atölye sinemacıları, sinema ve oyun dünyasına AI dinamikleri üzerinden bakmaya davet etti. Oldukça verimli geçen bu atölyede özellikle katılımcıların geleneksel yöntemlerin yanında alternatif yöntemleri paylaşması, katılımcıların bu üçlünün birlikliğine -oyun, sinema, AI- dair ne düşündüğüne bakmak açısından önemliydi. Simić'in perspektifi önemli bir şeyi daha gösteriyordu: Evdeki hesap çarşıya uymadığı zaman ne yaparsınız? Her zaman bir olasılık daha var mıdır? Üretim süreçlerine risk faktörünü dahil etmek olası mı? Öte yandan bir filmin üretim süreci ya da bir oyunu geliştirme sürecini düşününce çoklu bir bakış açısının geliştirilmesinin önemi bariz şekilde ortada duruyor. Bir proje, ekibinizin bütün emeğini yutabilir ya da bir kalp masajı ile yeniden yaşamaya devam edebilir.
CineLink Industry Days kapsamında gerçekleşen söyleşiler yine oldukça iyi başlıklar üzerinde durdu. Senarist, yönetmen, hikâye anlatıcısı Eric Brehmer ve Documentary Campus’ün yöneticilerinden Donata von Perfall ile 18 Ağustos’ta gerçekleşen söyleşi Generative AI ve belgesel sinema ilişkisi üzerinde durdu. Özellikle bu buluşmalardan 19 Ağustos’ta UN Women iş birliğiyle gerçekleşen “Redefining Boundaries” başlıklı buluşma oldukça ilgi çekiciydi. Görsel ve işitsel dünyanın eşitlikçi ve etik bir çerçevede olanakları ana tartışma konusuydu.
Bu makale ilk olarak 11 Eylül 2024 tarihinde artnewspaper.com.tr adresinde yayınlanmıştır.
Comments